Birçok hayalim kırılmış, parçaları elimde kalmıştı ama büyük hayal kırıklıklarımdan biri oydu.

''Böyle devam edemezsin,'' diye devam etti. ''Bu sene üniversite sınavına gireceksin,'' diye hatırlattı sanki unutabilirmişim gibi. ''Kendini toplaman gerek.''

Dağılan parçalarımı bulamıyorum ki toplayayım, diye geçirdim içimden.

Ona baktım ama genelde baktığım gibi boş değil, dolu dolu baktım. İnceledim. Hem değişmiş, hem de değişmemişti. Basket oynamanın ve büyümenin etkisiyle eskiden yaşıtı olan erkeklere göre sıska olan kolları yıllar geçtikçe daha da kalınlaşmış, aynı şekilde omuzları da genişlemişti. Şu anda yaşıtı olanların çoğundan uzun ve cüsseliydi. Çocukken açık sarı olan saçlarıysa geçen yıllarla birlikte koyulaşmıştı, çok koyu sarı ile çok açık kahverengi arasında bir yerlerdeydi. Saçlarındaki ve vücudundaki değişikliklere rağmen yüzü hala aynıydı. Aynı gözler, aynı burun, aynı kaşlar...

Görünürde aynı ama derine indikçe farklıydı tabi. Artık o dudaklarında bir gülümseme oluştuğunda, benimkilerde de oluşmuyordu mesela. Artık o gözler gözlerime bakarken orada gördüğüm sıcaklık içimi ısıtmıyor, kendimi yıllar yıllar sonra da bu gözlere bakmak isterken bulmuyordum.

Artık bu gemi o limana yanaşmıyordu. Başka bir liman bulduğundan değil, yanaşmaya çalışırken daha önce olduğu gibi kayalıklara çarpmaktan korktuğundan...

''Bana öyle bakma,'' dedi yalvarırcasına. ''Senin için hiçbir anlam ifade etmiyormuşum gibi bakma bana. Hiçbir önemim yokmuş gibi...''

Ediyorsun, diye geçirdim içimden. Ama etmemelisin.

Ben içimden geçenleri dışımdan söylemeyince konuşmaya devam etti. ''Seninle böyle olmaktan nefret ediyorum. Böyle... Uzak. Sanki her geçen gün biraz daha uzaklaşıyorsun benden ve ben bunu engellemek için hiçbir şey yapamıyorum. Bundan daha da çok nefret ediyorum.''

Yaklaşık bir dakika kadar o bana, ben ona baktım. Sessizlik bir yılan gibi aramızda süzüldükten sonra, ''Sen benim için hala önemlisin, Alya, Bunu biliyorsun, değil mi?'' diyerek ezdi o yılanın başını. ''Her şey değişebilir ama bu değişmez.''

Önemli mi? Ciddi ciddi onun için önemli olduğuma inanmamı mı bekliyordu? Yaşanan, bana yaşattığı, onca şeyden sonra inanır mıydım? Hayır. Asla!

Tam o sırada bir cep telefonunun kamera sesi duyuldu ve her ikimiz de başımızı çevirip sesin geldiği tarafa doğru baktığımızda sınıfın diğer tarafında oturan bir kızın cep telefonunu çıkarmış, kamerasını da bize doğrultmuş olduğunu fark ettik. Bizim fotoğrafımızı çekmişti.

Hoca da fark etti. ''Ders saatleri içinde cep telefon kullanmak yasak,'' diye hatırlattı. ''Daha okulun ilk haftası olduğu için bazı şeyleri maruz görüyorum ama ilerleyen haftalarda bu kadar anlayışlı olmayacağım,'' diye uyardı. Bu hepimize yapılmış bir uyarıydı.

''Özür dilerim, hocam. Hemen kaldırıyorum,'' dedi kız ve söylediği gibi telefonunu kaldırdı. Öncesinde, birkaç saniyelik bir zaman diliminde, telefonunda bir şeylerle uğraşmayı ihmal etmemişti tabi. Tahminimce fotoğrafı arkadaşlarına yollamıştı, yollamadıysa bile zil çaldığında yollayacak ya da yanlarına gidip bizar kendisi gösterecekti. Arkadaşları kendi arkadaşlarına, onlar da kendi arkadaşlarına... Okul sonuna kadar okulda fotoğrafı görmeyen kalmazdı.

Hakkımda yeterince konuşmuyorlarmış gibi ellerine konuşacak yeni bir konu geçmişti. Okulun popüler çocuğu ve ezik kızı... Bundan daha iyi bir dedikodu malzemesi olabilir miydi? Hele bir de ikimizin geçmişi düşünülürse... Acaba bu defa ne gibi dedikodular çıkacaktı hakkımda?

RUHUMDAKİ İMZA (İMZA SERİSİ #0.5) [ASKIDA]Where stories live. Discover now