Abimden gelenleri yok sayıp Öykü' nün  mesajlarına baktım. Kıyamam ya çok merak etmiş. Okula da gelmemişti bugün, görüşememiştik. Sıkıntıyla ofladım.

"Özür dilerim seni meraklandırdığım için. İyiyim merak etme beni. Yarın her şeyi anlatacağım kızılım." Yazıp gönderdim.

İyi miydim gerçekten? Bence bok gibisin, diyen iç sesime hak vererek yataktan kalkıp dolabımdan kıyafetlerimi alıp odamdaki banyoya ilerledim. Tek iyi gelecek şey soğuk bir duştu sanırım.

Duştan sonra kendimi tekrardan yatağıma bıraktım. Ve bilmem kaç saattir düşünmemeye çalıştığım şeyin kafamda yer edinmesine izin verdim.

O sokak... Ve o soğuk çocuk. Silahın önüne geçtiğimde diğer ikisinin yüz ifadesi dehşet bir hal alırken o sadece bir anlık şaşırmıştı ama anında yüzüne buz gibi bir duvar indirmişti. Çok güzeldi yüzü, gözümün önünden gitmeyecek kadar güzeldi. Ya benim yaşımdaydı ya da benden bir iki yaş büyüktü. Bir katil olamayacak kadar genç ve güzel yüzlüydü. Kahve gözleri sıcacık olması gerekirken buz gibiydi. Çenesi, burnu, dudakları...

"Ah, gerizekalı Dolunay! Adam seni öldürecekti sen hala yüzünün güzelliğindesin. Aptal," diye kendi kendime sinirlenip yastığımı alıp yüzüme bastırdım. Mallığım tutmuştu yine anlaşılan. Acilen uyumalıydım yoksa ya abimi düşünerek ya da o çocuğu düşünerek beynimi kaybedecektim.

****

Sabah uyandığımda kendimi düne göre daha iyi hissediyordum. Okul için hazırlanıp merdivenlerden istemeye istemeye inmeye başladım. Görmek istemiyordum abimin yüzünü. Ayaklarımı sürüyerek insemde bu salonda koltuğa yayılmış Öykü'yü görmemle son bulmuştu. Hızlıca inip koltuğun arkasından koşarak ona sarıldım.

"Dolunay..." dediğinde "Şışt, sadece sarıl," diye onu susturup gülümseyerek sarılışıma karşılık verişini izledim. İşte benim gerçek kardeşim. Gerçek dostum.

"Dün çok korktum," dediğinde pişmanlıkla yüzümü buruşturdum. Onu bırakıp da ölmek istemem... "Özür dilerim." diye mırıldandım. Sesime yansımıştı pişmanlık.

Arkada bir öksürük sesi duyduğumda abimin geldiğini anladım. Öyküden kollarımı ayırdığımda, abim görüş alanıma girdi. 

"Geldi cenabet suratlı," dediğimi Öykü duymuş olacak ki kıkırdadı. Abim bize bir şey demeden masaya geçip oturdu kahvaltısını etmek için. Bende ayağı kalkıp öyküye elimi uzattım. "Hadi kahvaltıya." Öykü de elimi tuttuğunda beraber geçip masaya oturduk. Abime bakmamaya özen gösterdim.

Masada sadece ben ve öykü konuşmuştuk kahvaltı boyunca. Kahvaltımız bittiğinde okul için evden çıktık. Abim garajdaki arabasına doğru ilerlerken ben Öykünün kuluna girerek onu bahçenin kapısına doğru ilerlettim. Yaptığım şeye şaşırsa da sesini çıkarmadı. 

Çünkü her zaman o da bende birbirimizin yaptıklarını sorgulamadan uyardık. Bahçe kapısını tam açacakken abimin sesini duydum. "Dolunay!" Yavaşça arkamı dönüp garajın kapısının önünde duran abime baktım. 

"Nereye gittiğinizi sanıyorsunuz binin şu arabaya!" dediğinde gözlerimi devirdim. Yine klasik Kağan Soykan emirlerinden biri. Ama bu sefer dediğine uyacak bir Dolunay yoktu karşısında , dün ona olan ufacık saygımı da kaybetmişti. 

Sakin sesimle "Bir daha bana emir verme!" dedim. Biliyorum şu an sinirden içinde kocaman bir savaş veriyor ama hak etti her şeyi. Birkaç büyük adımda yanımıza gelip kolumu tuttu. Yine acıtmıştı. "Sabrımı sınama kızım! Bak kardeşim demem..." diye sinirle solurken kendini zor tutmuştu, ben de aynı onun gibi sinirle kolumu elinden çekip "Sakın bir daha bana dokunayım deme!" deyip hızlıca arkamı döndüm ve bahçe kapısından çıktım.

KARANLIK İKİLEMTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang