Bizi calismak kurtarir

28.1K 520 2
                                    

"Herkesin sürekli mutlu olmasına gerek yoktur. Dahası, dünyada kimse bunu başaramaz. Hayatın gerçekleriyle başa çıkmayı öğrenmek gerek."

                        Paulo Coelho - Aldatmak

Haftanın son günlerine doğru ofiste işler biraz sakinleşmişti. Cuma günü öğleden sonra küçük bir ofis toplantısı yapmaya karar verdim. Uzun zamandan sonra ilk defa tam kadro ofisteydik. Oktay ve Ece çoktan toplantı salonundaki yerlerini almışlar, bilgisayarları açık, birbirlerine bir şeyler göstererek hararetli bir konuşmaya dalmışlardı. Beni görünce toparlanıp gülümsediler. Burak'ın da aramıza katılmasıyla toplantı başladı. Burak masanın üstünde duran kuru pastalardan birini ağzına atıp keyifle yerine kuruldu. "Aslanım Dora bu işi bensiz halledebileceğini biliyordum." diye elinde tuttuğu sözleşmenin kopyasını sallayarak göz kırptı. Birlikte geçirdiğimiz onca yıl ve atlattığımız onca badireden sonra benimle böyle konuşmasına izin veriyordum. Aslında bu yıllar içerisinde ikimizin arasında oluşan bir iletişim şekliydi. Birbirimizle tatlı sert atışmaktan memnunduk, hem aramızdaki bu tatlı rekabet her zaman Alfa'nın lehine oluyordu. Şirketin sahibi olmama rağmen Burak Alfa'ya pek çok büyük müşteri kazandırmıştı ve Wildish ile de büyük çıkışını yapmıştı. Sözleşme onun yokluğunda imzalanmış olsa da hepimiz bunun Burak'ın başarısı olduğunu biliyorduk. Yine de bu tatlı laf sokmasına karşı tepkisiz kalmadım. "Acaba ben şirketin kaynaklarını sonuna kadar açıp böyle büyük bir bütçe sağlamamış olsam o kıymetli anlaşman yine de olur muydu?" dedim mağrur bir ifadeyle.

"Hemen bozulma bu hepimizin başarısı" diye Oktay ve Ece'ye doğru gülümsedi. "Siz Sharm El Sheyk'lerde tatildeyken buralarda sabahlayan bizdik Dora hanım." diye iğnelemesini sürdürdü.

Ece "ben şahsen halimden hiç şikayetçi değilim, daha şimdiden kendim almamın mümkün olmadığı bir sürü makyaj malzemem ve parfümüm oldu." dedi her zamanki içten havasıyla. Gerçekten de ekibimle ne kadar gurur duysam azdı. Hepsi özveriyle ve severek işlerini yapıyordu. Ben de mümkün olduğunca emeklerini karşılıksız bırakmamaya çalışıyordum. Pek çok PR şirketi çalışanından daha yüksek maaşlarla çalışıyorlardı. Rakiplerimiz tarafından sevilmiyor oluşumuzun nedenlerinden biri de bu yüksek maaş politikamızdı. Diğer şirket çalışanları bizim maaşlarımızı referans alıp kendi gelirlerinin düşüklüğünden şikayetçi oluyordu; bu da patronların pek hoşuna gitmiyordu. Benim inanışıma göre çalışanlarınızı önce manevi sonra maddi olarak tatmin etmeniz gerekiyordu ki biraz para için başka bir yere gitmeyi dahi düşünmeden; işi kendi işleriymiş gibi sahiplenerek çalışmaya devam etsinler. Aksi halde istikrar sağlanmaz etrafınızda güvenebileceğiniz insanlar olmazdı. Bu da başarısızlığa giden ilk adımlardan biriydi. Hiçbir zaman küçük hesapların insanı olmamıştım. Ne kazanıyorsak, ne kadar kazanıyorsak adil bir şekilde çalışanlarımla paylaşıyordum. Bu sebeple onlar da Barutçu Holding'le imzaladığımız anlaşmanın kendileri için de büyük bir gelir getireceğinin farkındaydı. Hepimizin keyfi yerindeydi.

"Daha şimdiden yaptığımız anlaşma duyulmuş, geçen gün beni Caner aradı." Dedi Burak. "Doğru olup olmadığını direkt benden öğrenmek istemiş."

"Sen ne dedin?, biliyorsun onlar da Wildish için çok uğraştı."

"Ne diyeceğim, büyük bir memnuniyetle doğru duymuşsun kardeşim. Zaten iş bizdeydi ama anlaşma da imzalandığına göre artık kesinleşti. Patronuna kara haberi verebilirsin" dedim.

"Hahaha Murat bu işten hiç hoşlanmayacak desene..." diye keyifle arkama yaslandım.

Murat Akman'ın sahibi olduğu Ajans B2B İstanbul'un en eski halka ilişkiler firmalarından biriydi. Doğal olarak da bizim en büyük rakibimiz. Aramızdaki en büyük fark biz yaptığımız işin kalitesi sayesinde bir yerlere gelmişken onların işlerini ikili ilişkiler sayesinde halletmeleriydi. Murat Akman kırklı yaşlarının sonundaydı. Piyasada en eskilerden biri olduğu için çevresi çok genişti. Nüfuzlu bir aileden de geldiği için siyasetçiler de dahil neredeyse tanımadığı insan yoktu. Hiçbir zaman hoşlanmamıştım Murat beyden. Benim inandığım pek çok şeyin aksini temsil ediyordu. Manipülasyon, para ve hatır gönül ile insanlara iş yaptırmayı marifet sanan, küstah ve çıkarcı bir karakteri vardı. Ne yazık ki devrin değiştiğinin, artık işlerin eskisi gibi yürümediğinin farkında değildi. Aslında çoktan emekliye ayrılıp meydanı biz gençlere bırakması gerekiyordu ama o yenilgiyi kabul edip durması gereken yeri bilecek biri olmadığından beyhude çabalarla son demlerini oynuyordu. Müşterilerini kaybettikçe köşeye sıkışmış yaralı bir hayvan gibi agresifleşiyor, artık oyunu daha sert oynuyordu.

Yanında çalışanlardan bir tek Caner kalmıştı. Caner'i severdik, yaptığı işte de iyiydi. Bu nedenle ona daha önce defalarca iş teklifinde bulunmuştuk ancak o Murat Akman'a duyduğu gönül borcu nedeniyle onu bırakmayı hiç düşünmedi. Yine de ben de Burak da Caner'i arkadaşımız olarak severdik. Wildish için onlarla karşı karşıya kalmaktan hiç hoşlanmamıştım ama Murat Akman zaten her taşın altından çıkıyordu.

"Wildish lansmanı Ekim ayının başında olacak, muhtemelen Ekim'in ilk hafta sonu. Aklımda şahane fikirler var."

"Evet toplantıya girmeden önce incelemek için 10 dakika fırsatım oldu." diye gözlerimi kısarak Burak'a baktım. Hala o gün yaptığı emri vaki için kızgındım. Annesi de artık iyi olduğuna göre kapris yapabilirdim.

"Ohooo sen hala orada mısın? Duyduğuma göre gayet iyi idare etmişsin" dedi pis pis sırıtarak. Burak'ın bu pis sırıtışıyla nabzım hızlandı. Acaba biliyor muydu? Kesin biliyordu. Ne kadarını biliyordu? Belli etmeden ağzından laf almaya çalışarak "sen nereden biliyorsun iyi idare ettiğimi, belki her şeyi birbirine kattım, belki benden hiç hoşlanmadılar belki bizim işimizi Burak biliyordu o nerede diye sinir oldular, belki....."

"Hop hop hooop ağır ol kızım nereden bileceğim, bundan biliyorum işte." diye kafasıyla masanın üstünde duran sözleşmeyi işaret etti.

"Haa şey onu diyorsun" bir şey bildiği yoktu ama benim böyle davranarak kendimi ele vermem çok yakındı.

"İlahi Burak senden iyi idare ettiğim kesin tabi, akıllarını aldım." diye omzuna şakadan vurdum. Kimse bir şey anlamasın diye aptal aptal hareketler yapıyordum. Çocukların şaşkın bakışlarını görmezden geldim.

Benim onların aklını alıp almadığım tartışılırdı ama Sarp Barutçu'nun benim aklımı aldığı tartışmasız bir gerçekti. Toplantı odasının cam duvarları üstüme üstüme gelmeye başladı. Bir an önce kendimi Nişantaşı'na atıp, ihtiyacım olmayan şeylere çok para verip rahatlamalıydım.

"Evet arkadaşlar toplantı bitmiştir." dememle çoktan sıkıldıkları belli olan Oktay'la Ece ben daha ne olduğunu anlamadan hızla toparlanıp çıktılar. İşlerini seviyor olabilirlerdi ama onlar da gençti ve dışarıdaki yaz akşamı çok cezbediciydi. Ve bu güzel Cuma akşamında koca İstanbul'da planı olmayan tek kişi bendim.


Gözlerindeki Karanlık - KİTABIMIZ ÇIKTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin