Herkes Masumdur

205 52 15
                                    

Sanırım ben bir katilim artık.

Ama bunu şimdi düşünmeyeceğim.

Bunu yarın düşünürüm.

Rüzgâr Gibi Geçti Filminden


Tabi, siz benim şu anda, "Sevenler gece ölür" şarkısını dinleyerek ve bir yandan da ağlayarak bunları yazdığımı bilmiyorsunuz... Hatta gözyaşlarım şu anda klavyemin üzerine damlıyor.

Ben; "Arabacı, daha hızlı sür! Bir an önce sevdiğime kavuşmak istiyorum" derken, Faruk Nafiz Çamlıbel diyor ki;

— Gurbet âdemden kara, hasret ölümden acı.

Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı?

— Henüz bana "Yolunun sonu budur!" denmedi,

Ben ömrümü harcadım, bu yollar tükenmedi.

— Atları hızlı sür ki; köye pek geç varmasın,

Nişanlımın gözleri yollarda kararmasın.

— Düştüğüm yollar gibi sonsuzdur benim tasam,

Bekleyenim olsa da razıyım kavuşmasam...

— Bir kere görse gözüm köyün aydınlığını

Kül bağlar içerimde bu kızıl kor yığını.

— Senin de yolun biter, diner gözünde yaşlar,

Benim uğursuz yolum bittiği yerden başlar!

Arabacı, hancı, meyhaneci, kemancı... Hüzün dolu şarkıların emekçileridir. Onlar genelde arka planda kalırlar. "Doldur be meyhaneci", "Şuraya bir yatak ser hancı", "Sür arabacı", "Kes Doktor", "Vur seri katil", "Çal kemancı" diyerek kullanırız onları. Yazık, onlar da hiç seslerini çıkarmazlar. "Abi çal diyorsun ama bu keman da su yakmıyor hani..." demezler nedense.

Acılarımıza ortak ederiz onları. Hüzün işçileridir onlar. Sırf acılarla ortaya çıkmış meslekler vardır. Bir tek sendikaları eksiktir. Ama eminim bu kitaptan sonra birileri bunu da yapar; "ACI-İŞ Sendikası" Kulağa çok hoş geliyor. neden olmasın...

Yıllar önce bir kartvizit görmüştüm:

"Düğün ve cenazelere, bay ve bayan ağlama ekibi temin edilir" diye..

Bunu espri sanmayın, tamamen gerçektir. Düğünlere ve cenazelere gidip ağlayarak para kazananlar var.

Artık soğan suyu mu içiyorlar ne yapıyorlar bilemiyorum.

"Çok iyi insandı rahmetli çook", peki tanır mıydınız? "Yoook"

Aynı işi günümüzde "Cast Ajansı" olarak bilinen şirketler yapıyor. Hüzünlü programlarda ağlamaları için insan kiralıyorlar. Hani şu, dokunsanız ağlayan, elektronik sensörlü, dokunmatik konuklardan. Özenle seçiyorlar onları. Ben katıldığım bir televizyon programında, kamera arkasında yaşanan böyle bir olaya şahit olmuştum.

Bir "Sabah kuşağı" programıydı. Hani insanların çıkıp, "Kaynanam bana dil çıkardı bende onun dişini ısırdım" gibi şeyler söyledikleri programlardan biriydi.

Karşımızda oturan seyircileri yöneten bir asistan vardı. Kamera onu çekmiyordu. Asistan seyircilere elleriyle komutlar veriyordu. Alkışlamaları gereken zamanda alkış komutu, ağlamaları gereken yerde ise ağlama komutu veriyordu. Ben daha önce karşılaşmadığım için çok yadırgamıştım. Şimdi biliyorum ki; ekranda gördüğümüz ağlamaların ya da kavgaların büyük çoğunluğu tamamen bir senaryo.

"Cast Ajansı" sahibi bir arkadaşımla bir yerde otururken, ona bir telefon geldi. Bir Star yarışması için adaylardan birini orada destekleyecek iki yüz kişiye ihtiyaçları vardı. İkinci bir şok yaşamıştım.

Birkaç gün sonra o yarışmayı izlediğimde, yüzlerce insanın, o aday için pankartlar açtığını, onun için gömleklerini yırttığını görünce bir kez daha hayretler içinde kaldım.

Ne yazık ki duygularımızla oyun oynar gibi oynuyorlar. Biz de o sözde Star'ı izlerken, "Aman Allah'ım, ne kadar da seveni varmış" diyoruz.

Parayı önlerine saysam, benim bile milyonlarca hayranım olurdu. "O kitabı okumaya doyamadım, o yüzden hepsini yedim" diyen fanatiklerimin olmasını sağlayabilirdimJ

Duygularımızla birileri her an oynuyorlar. Ne sandınız, bu kitabı sizin için mi yazdım? Elbette hayır! Sizin duygularınızla oynayacağım, sizi kandıracağım sonra da kazandığım paralarla günümü gün edeceğim. Ömrümü alkole ve kumara adayacağım.

Eğer beni o halde görürseniz, "Ama bütün o yazdıklarınız ne olacak?" diye sorduğunuzda,

"O eskidendi dostum! Ben hayatın sırrını keşfettim. Sen de içer misin?" yanıtını vereceğim...

Yaa... Kimseye öyle hemen güvenmeyin...

Bu arada bu bölümde "Herkes Masumdur" konusundan söz edecektik ama konu dağıldı gitti. Ama ben de dâhil olmak üzere, hiç kimsenin çok da masum olmadığını gördük böylece...

Yukarıdaki satırlarla, şu anda yazdıklarım arasında tam kırk dört günlük bir zaman farkı var. Son cümleyi yazdıktan sonra kırk dört gün tek bir harf bile yazmadım. Ama ne kadar tuhaf ki; sohbetimize akıcı bir şekilde kaldığımız yerden devam edebiliyoruz. Bunu günlük yaşamda gerçekleştirebilmek mümkün değil. Bir arkadaşınıza "Merhaba, yarın akşam saat dokuzda..." dedikten kırk dört gün sonra, "...seni yemeğe bekliyorum" diyemezsiniz. Ama benim şu anda yaptığımın bundan bir farkı yok.

Bunları neden paylaşıyorum sizinle bilmiyorum. Sanırım daha şeffaf bir kitap olması için. Kitabı yazarken benim hangi ruh halinde olduğumu, neler düşündüğümü ve neler yaşadığımı bilmenizi istediğim için belki de.

Kitabı yazmak için on günlük bir süre belirlemiş ve Uzungöl'e kaçmıştım. Ama bu on gün bana yetmedi. Sizinle paylaşacak daha çok şeyim olduğuna karar verdim ve kendimi yine burada buldum.

Sanırım bu lanetli bir bölüm. Çünkü "Herkes masumdur" ile ilgili yazacak tek bir şey bile bulamıyorum. Aradan kırk dört gün geçti, Uzungöl'e kar yağdı, Mısır'da rejim değişti ama bu bölümde tek bir ilerleme bile yok... Herhalde buna bir son vermezsem, yine bir ara verip on beş yıl sonra ancak devam edebileceğim. O zaman da herhalde şunları yazarım, "Mars'ta mangal yaktık, Türkiye Avrupa Birliğine girdi, ama herkes masumdur bölümü hala bitmedi." Sanırım bitmeyecek de...

Ama "Herkes Masumdur" bölümünü eğer doğru dürüst yazabilseydim ne demek isteyeceğimi az çok tahmin edebilirsiniz sanırım.

Bu yüzden bu bölüme, Sezen Aksu'nun "Masum değiliz hiçbirimiz" şarkısıyla son vermek istiyorum. Bu şarkıyı size armağan ediyorum. Siz de eltinize, bacanaklarınıza, görümcenize, halalarınıza ve dayınızın oğluna armağan edebilirsiniz. Böylece, "Sıradaki parça kimlere gelsin?" kültürüne de bir katkıda bulunmuş oluruz. Bu şarkı benden size, hadi yine iyisiniz...

Masum değiliz, hiçbirimiz...

Ohh be!

Ne bölümdü ama...

Mutsuz Olmak Günahtır - (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin