O N İ K İ

8.9K 1K 174
                                    

"Sırat'tan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden."

                                            Abdurrahim Karakoç

Vakit buz kesmişti. Koskoca bir sükûnet dağının altına gömülmüştü mekân.

Genç kadın öylece babasına bakıyordu. Adamın dudaklarından dökülenleri anlayabildiği söylenemezdi. Kendi içinde garip bir tutukluluk hali, belki bir parça kendinden geçmeydi onunki. Fakat oturma odasındaki diğer altı kişi de en az onun kadar gâfildi.

Havsalası Abdullah Bey'in söylediklerini almamak için diretiyor; fakat ruh dediği perişan sırlı aynası tedirginlikle bulanıyor, hüzünle kararıyordu. Böyle nasıl oluyordu? İçinde eskilerden bir yer zonklarcasına sancıyordu. Ve yeniden eski Müberra gelip tam karşısına alay edercesine dikiliyordu. Eski Müberra... Elinde olsa bir lahzada katili, celladı, kıyıcısı olmaya razı olacağı o eski Müberra... Günahın peşine hevâyla fakat sahte bir masumluk kisvesi altında koşmayı başaran o eski Müberra...

"Abdullah Bey, sen ne istediğinin farkında mısın?" Fazilet Hanım'ın sesi şaşkınlığın inanamaz boyasıyla boyanmıştı. Müberra hâlâ anlamayan gözlerle babasını seyrederken annesinin yüzüne bakacak cesareti kendisinde bulamıyordu. Hatta yok olmayı, olan bitenin dışında her şeyden çok uzakta olmayı hayal ediyordu.

"Fazilet, giderken gözüm arkada kalmasın istiyorum."

"Ölmeyi aklına koydun yani!" Fazilet Hanım öylesine öfkeyle konuşuyordu ki kimse araya girmeye cesaret edemiyordu.

"Aklıma koyduğumdan değil Fazilet, her şeye hazırlıklı olmak lazım. Bunu da benim vasiyetim sayın. İstemezlerse kimseyi zorlayacak değilim lakin içimdekini de söylemeden göçüp gitmemi beklemeyin benden."

Abdullah Bey de iyiden iyiye öfkelenmişti. Ölmek ne zamandan beri Müslümanlara bu kadar uzak ve kabullenilemez olmuştu?

"Baba, bu isteğini bir kere daha düşün. Olan her şeyden sonra kolay bir şey istemiyorsun." Harun sağduyulu bir soğuklukla lafa girdiğinde genç kadın oturduğu yerde biraz daha büküldü. Babasının isteğinin idrakine tam anlamıyla varamamış bile olsa 'olan her şeyden sonra' kısmını zihninin en derin kıvrımlarına kadar anlıyordu. Çünkü 'olan her şeyden sonra'yı yaşamıştı genç kadın. Çünkü 'olan her şeyden sonra' hiçbir şey olmamışçasına geri dönmüştü.

"Çok iyi düşündüm ben bunu Harun. Hatta Erkam'la da konuştum. Onun bir itirazı yok. O yüzden şimdi de Müberra'ya soruyorum."

Odadaki herkes ağzı açık bir şekilde Abdullah Bey'i seyrederken yaşlı adam bakışlarını büyük kızına çevirmişti bile. "Müberra kızım, sen ne düşünüyorsun bu konuda?"

Müberra boş gözlerle babasına bakarken içinde öyle bir isyan kaynıyordu ki, o isyanın içinde kelamını, aklını, fikrini kaybediyordu. Bir şekilde babasının dediklerinin derin anlamına erse dâhi, olanların manası zihninde manasızlıktan öteye geçmiyordu. Nasıl olurdu da evlenmelerini isterdi babası? Şu dünyada, evlenmeyi bırak, nasıl olurdu da Erkam ve Müberra aynı cümle içinde geçerdi? Ve nasıl olurdu da Erkam bunu kabul ederdi? Asla olmazdı. Kat'a olmazdı.

Neredeyse katlettiği adamla, paramparça ettiği adamla evlenmek... Belki de kâbus görüyordu. Bir karabasan... Az sonra uyanacak ve her şeyi lalettayin, hep olduğu gibi bulacaktı. Çünkü öyle değilse eğer, her şeyini çaldığı adamdan evliliğini de çalmaya kalkmış olacaktı. Öyle değilse eğer, ona kalan son güzel şeye, onun olabilecek en nihai dünya nimetine de elini uzatmış olacaktı.

Zalim bir çakalın pençelerine yavru bir geyiği bırakmaktı babasının bu isteği... Akbabanın önüne yaralı bir serçe atmak...

"Baba, Erkam abimden nasıl böyle bir şey istersin!" Rabia ağlamaktan kızarmış gözlerinde dehşet dolu bir ifadeyle Abdullah Bey'e bakıyordu. Yüzü hâlâ ıslaktı fakat oturma odasında cereyan eden olaylar biraz olsun kendisini toplamasına neden olmuş gibiydi. Sonra başıyla ablasını işaret edip devam etti. "Onun yüzünden çektikleri yetmedi mi?"

MübarekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin