Sözler Bölüm 45

Start from the beginning
                                    

Hızla nefes alıp verirken nefes alışları yavaşladı ve önüne döndü Eren, yavaşça gözlerini kapayıp açarken parmaklarını perçemlerinden geçirerek başını sıvazladı.

"Biliyorum." Derken derin bir nefes aldı. "Lanet olsun biliyorum. Bunun normal olmadığını biliyorum. Ama bende, bende anormalim ha, bunu mu diyorsun?" Derken isterik bir gülümseme attı. "Haklısın. Bu doğru. Önüne geçilmiyor Timuçin. Bende önüne geçemiyorum." Deyip başını camdan tarafa çevirdi.

"Eren." Diye seslendi ama ona bakmadı Eren. "Sana söylüyorum bana bak." Dedi ama yüzü hala camdan tarafa çevriliydi. "Eren yüzüme bak." Bekleyip yavaşça başını Timuçin'e çevirirken gözlerinde ki keskin bakışlarla baktı bu sefer. "Sözlerime kızdın diğmi?" Dedi Kuzgun.

"Ne münasebet, doğruları söyledin."

"Doğruların her zaman bal, kaymak olduğu söylenmez Eren."

"Hayır. En keskin zehir kadar yakıcıdır bazen."

"Başka şartlarda olsaydık. Bu kadar yakıcı olmazdı belki."

"Hayır. Olmazdı. O zaman beni bu kadar yakamazdın."

Bir süre sessizce birbirlerini izlediler. Yaklaşık bir dakikanın sonunda inişe geçtiklerini fark ettiklerinde Timuçin başını çevirmeden söylendi.

"Bu arada kedicik, şunu cidden ispatladın. Havada karada benle hiç usanmadan kavga edebilme özelliğine sahipsin."

Cevap vermedi Eren ama başını da ondan tarafa çevirmedi. İçi rahat değildi. Alper'i oradan nasıl getirebilirdi. Polise haber vermeliydi. Onlar bu işi çözerdi. Helikopterden indiklerinde karşıda siyah şık bir sedan Timuçin'i bekliyordu. Arabaya gitmeden evvel kibirli gözlerini Eren'e çevirdi.

"Şunu belirtiyim Kedicik. Polise falan haber veriyim deme zira bir işe yaramaz. Gittiğimiz bölgede snayprlar bile iş görmez. Ara bulucular çalışmaz. Araçlarla gitmek vakit alır. Neden onu bu kadar rahat sanıyorsun? Kaan toplum içinde dahi gözlerinin içine bakarak yürür de yine kendini fark ettirmez. Hani karda yürür de izini belli etmez derler ya, İşte onu bizimki için söylediler sanırım. Ayrıca çoktan mekan değiştirmiştir."

"Bu imkansız."

"Öylemi dersin?" Derken gülümsedi.

"Lanet olsun." Dediğinde dişlerini sıktı Eren. Esen rüzgar perçemlerini dağıtıp saçlarının arasından geçerken başını başka yöne çevirmiş suratını düşürmüştü. Timuçin, biran sonra eliyle onun saçlarını karıştırıp arabasına yürümeye başladığında, arkasına baktı. Eren hala yerinde sayıyordu.

"Evine gidebilecek misin?" Diye sordu. Ama o, sağ eliyle sol kolunu tutarken yüzüne bakmadı.

"Çocuk değilim ya. Giderim heralde."

"Arabaya verecek paran var mı?"

"Dert etme. Hallederim ben."

"Ters ters konuşmada benle gel." Deyip başını çevirmiş yürürken Timuçin, Eren'in hala yerinde saydığını gördü. "Ne yapıyorsun sen orada?"

"Beni dert etme demedim mi sana. Kocaman adamım ben. Kaybolacak değilim ya. Olmadı yürürüm ne var bunda. Yapmadığım şey değil. Kimseye yük olacak değilim." Kaşlarını çatmış söylenirken Eren, esen rüzgar içini titretti.

"Bu havada mı? İnadı bırak lanet kedi. Yük falan değilsin." Derken kaşlarını çattı Timuçin.

"İşine bak sen." Diyerek hızlı adımlarla yürürken Eren. Gözlerini devirdi Timuçin. Ona yetişip hızla kolundan tutarak söylenmesine aldırmadan arabaya sürükledi.

Aracın arka koltuğuna atarak kendisi de yanına bindi ve araba hareket etti.

"Ne gerek var Timuçin. Bana iyilik yapmana ihtiyacım yok."

Bacaklarını birbirinin üstüne atarken kollarını da birbirinin içine geçirmişti Timuçin. Ona cevap vermiyordu. Kibirli gözleriyle dışarıyı izlerken birden yağmur bastırdı.

Bir süre sonra: "Isındın mı?" Dedi ona bakmadan Kuzgun. Soğuktan Eren'in yüzü bembeyaz olurken dudakları kızarmıştı. Bu kezde Eren cevap vermedi. O da kızgın gözlerle dışarıyı izlemeye koyuldu.

Yaklaşık yarım saatin sonunda nihayet Eren'in evinin önüne gelmişlerdi. Eren dışarı çıkmadan alt dudağının bir kısmını ısırırken yavaşça kendisine bakmayan Timuçin'e döndü. Keskin gözlerle onu izlerken mırıldandı.

"T-Teşekkürler." Deyip hızla arabadan inerek apartmanın önüne koştu ve içeri girdiğinde bir elini duvara dayayarak nefes almaya çalıştı. Boğazına bir yumru oturmuş gibiydi. Gözlerini kapayarak başını duvara yaslarken aşağı eğildi. Nefes almaya çalışıyordu. Nerede hata yaptığını düşünüyordu. Düşünmeye ihtiyacı vardı. Hayatını gözden geçirmeye ihtiyacı vardı. Hayatında kimleri isteyip istemediğini gözden geçirmesi gerekiyordu. Böyle olmazdı. Böyle olmayacaktı. Gözlerini açtığında tam önünde birini fark etti. Başını kaldırınca bir çift keskin gözün kendisini izlediğini gördü. Bir an yutkundu Eren.

"Ne istiyorsun benden?" Diye sordu ama o cevap vermiyordu. Ayağa kalkıp kızgın gözlerle ona baktı Eren. "Ne istiyorsun ben..."

Sözlerini tamamlayamadan dudaklarına kapanan sert dokunuşlarla söyleyecekleri yarım kaldı. Geri çekilmek isterken karşısında ki izin vermedi. Eren'i duvara sabitlerken dört bir yanını çepe çevre sardı. Dudaklarında bekleyen dudaklarla Eren de bekleyip hırsla nefes alırken, karşısında ki nihayet hareket edebildi. Vücudu karıncalanmaya başladığında bu tuhaf hissin garip bir hazla canını yaktığını hissetti. O her seferinde derinlerine indikçe kokusu, tadı, dilinin dokunuşlarıyla karışmaya başlamıştı. Öpücükleri sertleşirken, Eren nefesinin kesilmesini umursamadı. Bir elini onun saçlarından geçirirken diğer elini yüzüne koymuş tırmalar gibi parmaklarını kasmıştı. Bir dakika sonra aldığı zevkle onun ağzına inlerken içinden kendine küfretti.

Yavaşça dudaklarından ayrılırken gülümsediğinde karşısında ki, gözleri kapalı dişlerini sıkıyordu Eren. İkisininde yüzünde bir parmak mesafesi varken yavaşça gözlerini açtı. Hızla nefes alıp veriyordu Şimdi.

"Bir kez daha anormal oldun kuzgun." Dedi fısıldayarak. "Eee, söyle bana, bu durumdan kurtulmanın bir yolu yok mu?"

"Bizim için biraz geç kalındı sanırım." Derken gülümsemesi soldu. "Biz normale dönemeyecek kadar sapmışız."

Gözlerinde ki keskin bakışlarla ve öfkeyle Timuçin'e bakarken Eren, bir adım geri çekildi kuzgun ve dışarı çıkarken mırıldandı.

"Bir şey değil."

Bir dizini kendine kırmış, başını tekrar duvara yasladığında Eren, dudaklarını ısırıp gözlerini yumdu. "Kes şunu." Derken kendi kendine gözlerini açıp hızla merdivenleri çıkarak dairesine girdi ve kendini pat diye yatağına attı. Sanki yıllardır eve gelmiyormuş gibiydi. Öylesine rahat gelmişti ki yatağı biranda kuruluverdi. Sırt üstü yatarken öylece tavanı izledi. Yavaşça nefes alırken elini saçlarının arasına attığında diğer elini de yavaşça dudaklarına götürüp okşayarak gözlerini kıstı. Saçlarında ki elini karnına götürürken bir cenin gibi büzülerek acıyla inledi.

"Lanet olsun. Lanet olsun Timuçin. Bana şunu yapmayı kes. Bana böyle davranmayı kes lanet olası beni öldürüyorsun. Doğrularımı yanlışlarıma karıştırıyorsun. Ne yapacağım ben. Ne yapacağım bu doyumsuz hislerle. Allahım. Yalvarırım bana yardım et. Eğer yanlışsa bu hisler al onları benden. Senin sevdiklerinden biri olamadım biliyorum ama elimde değil. Her seferinde sonunda kıyıya vuran bir deniz yıldızına dönüyorum. Her seferinde tıpkı onun dalgayı beklediği gibi bekliyor ama sonunda öldükleri gibi ölüyorum. Bu iki canavar beni öldürüyor. Bu hisler beni çıldırtıyor, beni delirtiyor, beni öldürüyor yardım et."

Dudaklarını ısırıp çarşafı sıkarken gözleri pencereye kaydı. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken, şimşekler bir an için etrafı aydınlatarak ardından gelen gürültülere adeta kapı açtı. Öyle ki gökyüzü yarılacakmış gibiydi. Azap denizinden sura üflemek gibi iyi bir şeylerin olmayacağını söylemek ister gibiydi.

YORUM ve VOTELERİNİZDEN beni mahrum etmeyin efenim..:)

Ölümcül Saplantı (+18)Where stories live. Discover now