“Bence sende biraz kibarlık nedir öğrenmelisin. Sahi, sınıfları karıştırdım sanırım. Senin gibi birinin sayısal okuması imkansız.”

Çenemi hemen kapamıştım. İlk günden birileriyle kavga etmek istemiyordum. Yalnız kalmayı garantilemekten başka bir şey değildi bu.

Önümdeki iki avanak kahkahasını bastırmaya çalışırken yanımdaki gizlemeye gerek görmemişti. Hatta beni şaşırtan bir harekette bulundu.

“Günay. Senin adın ne küçük?”

Uzattığı eline baktıktan sonra tek kaşımı kaldırdım. “Hala beceremiyorsun Günay. Küçük mü? Cümleni toparlamalısın bence.”

Kınayan bakışlarımdan birini yollayıp kollarımı göğsümün altında birleştirdim. Yine kahkaha attıktan sonra elini indirmeden konuşmaya başladı.

“Pekala hanım efendi. Adım Günay. Sizin isminiz nedir acaba?” Önümde eğilmesini bile bekledim açıkçası ve yapmadığı için rahatladım. Kollarımı açıp elimi uzattım.

“Hazel.” Kısa ve öz bir cevap vermiştim. Bundan fazlasını hak etmiyordu.

Öndeki avanaklardan biri kahkaha atarak konuşmaya başladı.

“Hazel mi? Dilin sürçtü herhalde. Hazal demek istedin değil mi?”

“Hayır, dilim falan sürçmedi. Adım Hazel. Eğer inanmıyorsan sınıf listesine bakar ve doğrularsın.”

“Hey, bir şey demedim sakin ol.”

Muhtemelen sert yüz ifademi takınmıştım. Bu da çocuğun gerilemesine sebep olmuştu. Bir şey demeden kafamı çevirdim. Çocuklar önlerine dönmüştü. Günay’ın sesiyle ona döndüm.

“Takma sen onları. Oldukça değişik bir ismin var. Hoş.”

Kendimi gülümsemeye zorladım. “Takmıyorum zaten. Teşekkür ederim.”

Orta boylu, gözlüklü muhtemelen müdür olan bir adam kürsüde yerini aldı.

“Hadi yavrum, sıraya girin. Bartu, oğlum bırak Selin’in saçını. Anasınıfı mı burası? Mert, çocuğum o topu görmeyim, alırım. 12’ler düzgün durun bakayım! Evet, çocuklar yeni bir dönem hepimize hayırlı olsun. 9’lara hoş geldin diyoruz. İstiklal Marşından sonra önce 12’ler sonra 11’ler ve 10’lar sınıfına geçecek. Koridorlarda dolaştığınızı görmeyim. 9’lar bahçede kalacak. Sınıflarını duyuracağız. Kenan hocam geçelim İstiklal Marşına.”

Müdürün yaptığı bu tuhaf konuşmayı ağzım açık dinlemiştim. Fazla samimiydi. Ciddiyet yoktu. Muhtemelen disiplini de azdı. İki sene zehir olacaktı işte.

İstiklal Marşının bitimiyle sırayla sınıflara ilerledik. Günay’la sohbetimiz çoktan bitmişti zaten. Sınıfa girince en arkadaki sıranın tamamen boş olduğunu, geri kalan ayrı yerlerde iki tane tek kişilik yer vardı. Ben tereddütle bakınırken Günay en arkaya geçmişti çoktan.

Günay’ın oturduğu sıranın hizasında üçüncü sıradaki kızın yanına ilerledim. Günay’ın gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.

“Burası boş mu?” Sorumla birlikte kızın gözlerini üzerime çekmeyi başarmıştım.

“Evet, boş. Otur lütfen.” Kız hızlı hareketlerle çantasını kendi tarafına çekti. Bende hemen yanına kuruldum. Günay iki arkamda oturuyordu ve şu an ona bakmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Merhaba, benim adım Nida. Sınıfımıza hoş geldin. Senin adın ne?”

Gülümseyerek cevap verdim. “Hoş bulduk Nida. Tanıştığıma memnun oldum benim adımda Hazel.”

“Çok değişik bir isim. Farklı ama yanlış anlama çok güzel. Anlamı ne?”

“Teşekkür ederim. Şey, İngilizce ela anlamına geliyor ama ailem bilerek koymamış. Yani Hazal olmasını istemişler ama yanlışlık olmuş ve Hazel olarak kaydetmişler. Ailem her ne kadar Hazal’da diretse de ben farklı olduğu için Hazel’i tercih ediyorum.”

Niye bu kadar konuşmuştum emin değildim. Nida’dan kaynaklanıyordu sanırım. Yani, kız çok sevimliydi. Dolgun yanakları vardı ve sürekli gülümsüyordu. Arkadaş canlısı bir tipteydi. Yeşil gözleri parıldayıp duruyordu. Kumral saçları dalgalarla beline kadar iniyor, ona kırılgan bir hava katıyordu.

“Anladım. Hangi okuldan geldin?”

“Özel Beşiktaş Lisesinden geldim.”

Kafasını anladım manasında salladı. O sırada sınıfın kapısı açıldı. Sınıfa 40 yaşlarında, kızıl saçlı, hafif toplu bir bayan girdi. Otoriter duruşunun yanında anne sevecenliği taşıyordu. Hocanın girmesiyle tüm sınıf ayaklandı ve tezahürata başladılar. Hoca gülümseyerek sınıf defterini masaya bıraktı ve bir süre tezahüratlara izin verdi.

Sınıftaki neşe bulaşıcıydı. Gülümseyerek yerime oturduğum sırada hoca sınıfı susturdu. Masasına oturduktan sonra konuşmaya başladı. Sesi de etkileyiciydi.

“Yine birlikteyiz çocuklar. Çoğunuzla üç senedir birlikteyiz hatta. İnşallah seneye de edebiyat dersinizi ben alabilirim.”

Edebiyat. Şaşmamak gerekir aslında. Bu mükemmel diksiyon başka bir branşa yakışmazdı zaten.

“Furkan, başkan seçilene kadar gel sen işine devam et çocuğum. Yoklamayı al.”

Öğretmen masasının iki sıra önündeki hafif toplu çocuk ayağa kalkıp hocanın yanına kaldı.

“Başkan yine ben olacağım hocam, kimsenin şüphesi olmasın.”

Hah. Fazla güven dolu. Neyse.

Furkan sınıfı saydıktan sonra yoklamaya başladı. Muhtemelen sınıfta eksik vardı. Bana sıra gelince hoca onu durdurdu.

“Hazel Karahan. Tatlım ayağa kalkar mısın?”

İkiletmeden ayağa kalktım. Tüm gözler bana dönmüştü. Hoca masadan kalkıp bana ilerledi.

“Okula yeni geldin, değil mi?”

“Evet hocam.”

“Hangi okuldan geldin peki?”

Bütün sınıf bizi dinliyordu.

“Özel Beşiktaş Lisesi.”

Hoca sorularının cevabını alır almaz yenisini soruyordu. “Neden geldin?”

Yerimde hafifçe kıpırdandıktan sonra cevapladım.

“Beşiktaş’tan Caddebostan’a taşınmamız gerekti. Buradan okula gitmem de zor olacağı için kaydımı buraya aldık hocam.”

“Anlıyorum canım. Umarım alışırsın buraya. Yeni okulun hayırlı olsun. Edebiyatı sever misin?”

“Edebiyatla sorunum yok ama hayranı sayılmam. Notum her zaman 4’tü.”

Hoca gülümseyerek elini omzuma koydu.

“Eğer kitap okumayı seviyorsan sorun yok. Edebiyatı sana öncekinden daha çok sevdireceğime eminim. Notun 5’e bile çıkabilir.”

Her ne kadar, yok ben almayayım demek istesem gülümsemekle yetindim. Hoca masasına dönerken bende sırama geri çöktüm. Eh, şimdiye kadar iyi gitmişti.

Sen de GitmeWhere stories live. Discover now