Bavulum kalsın, ben gidiyorum//Ep.4

78 8 7
                                    

//Arzu ederseniz medyadaki şarkı eşliğinde okuyunuz. Bu defa yorumlarınızı esirgemeyin. İyi okumalar dilerim.//

Bir zamanlar her insandan eşit nefret ettiğimi sanıyordum, Chanyeol ise tüm sanmalarımı boşa çıkarmış ve nefretimin en büyük kısmına sahip olmuştu. Biliyordum ki beni zerre umursamıyordu. Ya da belki sadece ona olan nefretimi umursamıyordu. Geçmişte yaşanılan olayın acısını çıkarıyordu her saniye ve her saniye diken üzerindeydim. Ona göre acı çekiyor oluşumun, rezil oluyor oluşumun bir önemi yoktu. Ben ona göre elindeki telefonundan daha değersizdim ya da elinde tuttuğu kalemden. Zatem mühim de değildi.


Para mevzusunun üzerinden 2 hafta geçmiş, tüm sınavlar tamamlanmıştı. Chanyeol her haltı yapan ibne  olduğu gibi, -ki bu yüzünü bir bana gösteriyordu, diğerlerinin gözünde bir melekten farksızdı. Ben de zamanı gelince o meleğin kanatlarını tek tek koparıp, yastık kılıflarının içine dolduracaktım. Evet, bunu kesinlikle yapacaktım.

Chanyeol herkesten önce kamera kayıtlarını almış, bu defaki şantajı iki katına çıkaracağını belirtmişti. Okul aile birliği toplanmış, tüm anneler okula akın etmişti. Pek tabii sevgili annemde bunlardan biriydi. O günkü bakışlarını hatırladıkça ölüyor gibi hissediyordum. ''Ben değildim anne.'' dediğimde, saçlarımı ufak ufak okşamış, yumuşak dudaklarını alnıma bastırmıştı. ''Biliyorum Baekhyun,'' dedi önce, başımı kaldırıp gözlerinin ta içine baktım. Hiç cesaretim yoktu ama yapmak zorundaydım. Sağ gözünden bir yaş süzülmüştü o sıra sivri çenesine. ''Benim oğlum bunu yapacak biri değil, güveniyorum sana.'' Böyle anları hayatımda çok defa yaşamıştım. Elbette öncelerde yapmıyordum, bundan ötürü cesurca anneme sarılıp, bana inandığı için teşekkür ediyordum. Fakat o gün diğerlerinden farklıydı. Annemin bakışları, sesinin titreyişi, ağlayışı bile farklıydı. Bense o gün yeniden anlamıştım, berbat bir evlattım. Bunun tek suçlusu ise Park Chanyeol'dü. Ondan cehennem kadar nefret ediyordum. 

Olay büyümeden önce Chanyeol'ün babası sınıfa bir miktar para göndermiş, diğer okullar arasında adımız çıkmasın diye her şeyi örtbas etmişti. Oysaki Chanyeol'ün babası da her şeyi biliyordu. Yoksa neden o gün omzuma eliyle patpatlarken, kulağıma ''Geçmiş elbet gün yüzüne çıkar küçüğüm.'' diye fısıldasındı ki? 


İşten çıkalı bir kaç dakika olmuştu. Tanıdık caddede ilerlerken, elimde telefonla sabahtan beri Dae'nin mesajıma bir cevap vermesini bekliyordum. Herhangi bir emoji bile atsa yeterliydi, ancak bunu bile bana çok görüyordu. Her gün düzenli olarak mesaj atıyordum ve o hepsini yanıtsız bırakıyor, fakat diğer sosyal siteleri güncelliyordu. Elbette beni görmezden geldiğini anlamıştım ama onu seviyordum. Cevap verene kadar da yazmaya devam edecektim. Muhtemelen o da bana cevap vermeyecekti. Belki de bu böyle sürüp gidecekti. Bu hali de beni inanılmaz üzüyor, kendimi değersiz hissetmeme neden oluyordu. Metroya doğru yönümü çevirdiğimde ig hesabına girip en son paylaştığı gönderiye baktım. Sadece yarım saat önce bir kafedeyken çekilmiş. Muhtemelen omzunda duran el arkadaşlarından birine ait. Üstelik saçlarını düzleştirip alnına doğru taramış. Öylesine güzel ki, fotoğrafa daha fazla bakarsam gözlerimin kamaşacağına inanıyorum o an. Baş parmağımı ekrana iki kez tıklayıp en sevdiğimin en güzel fotoğrafını beğeniyorum. Sonunda başımı kaldırdığımda kırmızı alanda durduğumu fark ederek iki adım geri çekiliyorum. "Aklımı başımdan alıyorsun Jong Dae."

Kendi kendime gülümserken arka cebimde duran kulaklığımı alarak telefona taktım. Kulağıma dolan şarkı suratımın aniden düşmesine sebep oldu ve omuz silkip, gelen metroya bindim. Vakit biraz erken olduğu için her yer bomboştu. Ben de bundan faydalanarak gözüme kestirdiğim bir yere ilerleyip, çantamı yanıma bırakarak keyifle yayıldım. Böyle rahatlık pek sık yaşanmazdı. Bilirsiniz otobüs ve metroların sıkışık halini. Hareket edecek yer yoktur ve insan durduğu yerde terlemeye başlar. Düşünmesi bile tiksindirici.

Jong Dae ile evimiz uzaktı ama onu her okul çıkışında istisnasız her gün evine götürürdüm. Her sabah ele ele okula gider, her akşam ele ele eve dönerdik. Onu bilmiyordum ama ben durumdan gayet memnundum. Kim istemez ki benim gibi sevgiliyi? Peşimde koşan sahiden çok kişi vardı, her gün hediye veya not eksik olmazdı. Bazen Jong Dae sinirlenip hepsini çöpe atar, elimi tutarak tüm okulu gezdirip nisbet yapardı. Gözlerinden adeta "O benim! Yanaşmayın, öldürürüm!" cümleleri fışkırıyor gibiydi. Hatta bir keresinde herkesin içinde beni çok çok fazla sert bir şekilde öpmüştü. Bu beklenmedik tavrıyla ben de şok olmuştum. Zaten sonradan anlatmıştı, o sıra koridordan benimle kafayı yemiş olan biri geçiyormuş.

Anılar aklıma bir bir dolarken eskiye dönüyor, mutluluğuma mutluluk katıyordum. Eğer biraz sonra olacaklardan haberim olsaydı, çoktan kalbime bir bıçak saplardım.


Sabah annem aramış, babamın yine evde olmadığını söylemişti. Yarın okula gitmeyi düşünmüyordum, benim içinde bahane olur tüm gün dinlenebilirdim. En azından öyle düşünüyordum. Metronun her duruşunda karşı camdan yansıyan insanları görmek, onları saymak artık benim için hobi olmuştu. Bundan keyif alıyordum. Fakat sayısaldan zerre haz etmezdim. Yine bir ironi içerisine girmişken derin bir nefes alıp başımı öne eğdim. Dirseklerim dizlerime abanıyor, dudaklarım kulaklıktan çıkan müziğin ritmi ile hareket ediyordu. Şarkılar benim için kutsaldı. Zaman zaman tüm dertlerimi şarkı dinleyerek elimdeki sigarama anlatırdım. Bir gün içinde 8 paket içtiğimde oluyordu. Dertli bir Baekhyun katiyen çekilmezdi.

Şimdi çalan şarkı terk edildikten sonra hala acı çeken, sevdiği adamı umutsuzca geri çağıran bir kadını anlatıyordu. Sözleri beynimin içinde yankılanıyor, derin derin iç çekmeme sebep oluyordu.

Bir süre aynı şarkı dönmeye devam ederken, gördüğüm manzara ile her bir söz tek tek sivri uçlu bir iğne olup beynime batmaya başladı. 

Gözlerim tüm gerçekliği ile karşımda oturan iki kişiye doğru dikildi. Beynim nasıl iğneler tarafından taciz ediliyorsa, bakışlarımda bir bıçak gibi karşımdakileri taciz ediyordu. İkisininde rahatsız olduğu söylenemezdi. Öyle ki kısa boylu olan git gide diğerine sırnaşıyordu. Zoraki ama bir o kadar alay dolu olan sırıtmam dudaklarıma yerleşiverdiğinde, bakışlarımı telefonuma çevirip başka bir şarkı açtım ve ekranı kitleyip arkama yaslandım. Ruhen çektiğim acıyı saklamaya açlışıyordum sadece ve... Ve manzara oldukça gülünçtü.

Sonbaharda sert esen rüzgarlar metronun içine doluşmuş, gözümün içindeki solan gözyaşlarımı esmeye zorluyordu. İnatçı yönüm ortaya çıktığında kontrolümü elime alarak ayağa kalktım. Gözlerimin öfkeden kızardığına emindim ve ikisine son kez bakarak metrodan indim. Yeni bir iç çekiş beni selamladığında kendimi tutmaya bir son verip çığlıklarımı kahkahalarımla bastırdım. Herkes korkmuş bakışlarla beni izliyordu, fakat bu bile umurumda değildi.

Sol gözümden düşüveren sıcak damlalar soğuktan üşüyen çeneme doğru süzülmüş kızaran yüzümü gül yaprakları misali süslemişti. En azından ben öyle olduğuna inanıyordum. Bir adım, iki adım, üç adım, dör- ''Ölmeme izin ver!''

Boğazımdan yükleselen kelimeler parça parça istasyonda yankılanmıştı. Dördündü adımın sonu ise ardı arkası kesilmeyen koşuşla devam etmişti. Dakikalar içerisinde yaşadığım her duygu kalbimin işlevini yitirmesine sebep olabilirdi.


Sonunda koşmayı kesip sağımda bulunan duvara yasladım sırtımı. Göğüs kafesimin içine hızla dolan nefesi kontrol edemiyor boğazlarım yırtılana dek öksürüyordum. Yumruğum göğsümü dövüyordu. Ruhen çektiğim acının yanında, bu fiziksel acım tamamiyle bir hiçti. Uzun tırnaklarım avuç içlerime batıyordu, olur da belki hıçkırıklarımı önlerim diye. Nafileydi.

Her gün bir öncekinden daha fazla sevdiğim adam, her gün bir öncekinden daha fazla nefret ettiğim adamın kollarındaydı. Bunun acısını hiç bir şey dindiremezdi. Beni zora sokacak kadar şiddetli bir iç çekip doğruldum. Parmak uçlarım gözyaşlarımın değdiği yerlerde usul usul gezindi ve ben yine acılarımla kendim ilgilendim. Ve ben yine kendimin tek tesellisi oldum. Benim yine kendimden başka kimsem yoktu. 

Çaresizliğimi gizleyen sevimli tebessümümle beraber fısıldadım. ''İyiyim.''

LiúmángWhere stories live. Discover now