Günahkar Bölüm 43

Start from the beginning
                                    

"Masal kahramanı mı? Saçma. Eğer sahiden o masallardan birinde olsaydım. Ancak pamuk prenses te ki zehirli elma olurdum. Ölümcül bir elma. Dokunulmaması gereken yasak bir meyva. Kendi köklerini bile zehirleyen, hastalıklı bir şey. Ben. Ben tahmin ettiğinden de kötüyüm çocuk."

"Ama herkes değişir. Kurtarılması en imkansız varlıklar bile." Deyip bekledi ve hırsla bağırdı. "DEĞİŞMEYİ DENEMEDEN BİLE DEĞİŞEMEYECEĞİNE NASIL İNANIRSIN?" Derken gözlerinin dolduğunu bile fark etmedi. "Bana o gün yardım eden adam, bana o gün yağmurda ceketini uzatan adamın içi tamamen çürümüş olamaz. Neden sürekli buraya geldiğimi soruyorsun ya? Cevap bu işte. Cevabı bana yardım etmiş olman. O halde sıra bende. Bırak bende sana yardım edeyim. Öldüğünde değil, ancak yaşarken mucizelere tanıklık edebilirsin."

Derin bir nefes daha aldığında Ayaz başını çevirip karşısında ki kızın yüzüne baktı. Sonrada elinde tutmuş kendisine uzattığı beyaz güle.

"Ya bundan sonra ki mucizeler umurumda değilse. Ya ölümü derinden arzuluyorsam." Derken gözlerini kıstı. Kızın uzun mavi saçları rüzgarda dalgalanırken yeşil gözleriyle Ayaz'a bakmaya devam etti.

"Ölmek için doğru bir zamanda değilsin koca adam."

Gözleri, bu mavi saçlı kızın yeşil gözlerine kaydı. Tıpkı Eren'in gözleri gibiydi.  Ona bakarken Ayaz'ın sol gözünden yanağına bir damla yaş süzüldü.

"Adın ne senin?" Dedi.

Kız o an gerçekten gülümsedi. Ama içinde şaşkın bir ifade vardı.

"Esel." Dedi. "Çok garip, yıllar önce tanımışızda, bana yıllar sonra adımı sormuşsun gibi hissettim." Öylece bakarken Ayaz elinde ki gülü alarak kokladı.

"Esel. Rüzgarlı diyar." Derken mırıldandı. "Hayatıma bir meltem gibi girip bir fırtına mı çıkarmaya çalışıyorsun?"

"Senin hayatın zaten fırtınalı denizlerden ibaret. Ben olsam olsam o denizlerde ki, kayalıklar olurum." Deyip bu kez elini uzattı. "Yada sığınmak istemeyeceğin bir liman. Ama sorun değil. Beklemek konusunda iyiyimdir. On yedi yıldır gelmeyecek babamı bir on yedi yıl daha bekleyebilirim. Bütün umutlarımı kaybederekte yaşayabilirim. Seni istediğin kadar bekleyebilirim. Onu unutuncaya dek, yarası kabuk bağlayıncaya dek, içinden söküp atamasanda koca adam, sen onu severkende seni bekleyebilirim."

"Neden? Senden böyle bir şey istemedim."

"Eğer isteseydin. Yapmayabilirdim. Ama bu benim kefaretim. Şimdi inadı bırakta uzat elini. Yoksa ikimiz birden düşeceğiz."

Ayaz, onun küçücük eline bakarken, kendisine kafa tutuşunu izledi. İnatçı çenesini ve kızgın gözlerini. Güneş tamamen batarken nihayet ay yüzünü göstermişti. Eğer yaşarsa hayatı eskisi gibi sürebilir miydi? Yoksa bütün hayatını pişmanlık dolu bir ızdıraplamı geçirirdi? Bu sonunu bilemediği ne hüzünlü bir seçenekti?

*************

Gökyüzünün karanlık simasını izleyen gözleri hüzünlüydü. Ne ay, nede yıldızlar görünüyordu. Biliyordu. Bu puslu bulutların ardında birer yakut gibi parlıyorlardı. Güzel birer mücevher gibi.
Bu kulübeyi bulduklarına şanslıydılar. Muhtemelen burada daha önce kalan olmuştu. Kazazedeler, içeri geçtiklerinde Timuçin, gömleğinden yırttığı bir parçayla Eren'in alnını silmiş ve bacağına turnike yapmıştı. O sırada Eren de Timuçin'in koluyla ilgileniyordu. İkisi de oldukça sessizdi. Ne kazadan ne de olanlardan konuşmuşlardı. Kapının yanında ki odunları getirdiğinde Timuçin ateşi yakmaya çalıştı Eren. Ellerinin titremesine engel olamadığından kibriti tutuşturamadı. Kuzgun onu izlerken kendi eline aldı kibritleri ve nihayet ateşi yaktığında sırtını geriye yasladı Eren. Yavaşça nefes almaya çalışırken bir kez bile Timuçin'e bakmadı. Gözleri pencereden yağan yağmura dalmıştı.

Ölümcül Saplantı (+18)Where stories live. Discover now