9

1K 167 39
                                    

Rahatsız hissediyordum. Hasta hissediyordum. Son zamanlarda yatağıma uzanıp dizüstü bilgisayarımla bakışmaktan başka bir şey yapmıyordum. Arkadaşlarım ve annem zorlamasa evin dışına tek bir adım bile atmayacak, günleri, saatleri takip etmeyecektim. Depresyona giriyor değildim, sadece yatağımı seviyordum. Sanal âlemde de, gerçek hayatta da acı çekiyordum. Hal böyleyken yatağımdan çıkmanın ne anlamı vardı ki?

Gözüm bilgisayarımın hemen yanındaki telefonuma kaydı. Eğlenceden yoksun bir kahkaha attım. Eğer annem evde olsaydı bu kahkahadan sonra beni kesinlikle psikoloğa götürürdü. O derece içler acısıydım.

Tahminimce ibne arkadaşlarımdan birkaç tanesi beni "ben Niall Horan" muhabbetiyle kandırmaya çalışıyordu. Louis'nin üstümde bıraktığı etkiyi çok fazla belli etmesem de bilen birileri vardı elbet. Kandırmak için güzel yöntemdi. Fakat bir yanım nedense buna inanıyordu.

Küçük bir merak dalgası sardı bedenimi. Gözlerimi devirip yatağımdaki ayıcıkların bir tanesini alarak telefonun üstünü kapattım. Aramayacaktım.

Bilgisayarımı yanıma çekip film haberlerine bakmaya başladım. Deadpool çıkmak üzereydi, Leonardo DiCaprio Altın Küre ödülünü kazanmıştı, 88. Oscar Ödülleri finalistleri açıklanmıştı, falan filan. Gözüm aşağıda küçük bir dikdörtgen içinde yazan Louis Tomlinson yazısına takıldı. Ve devamında gelen Danielle Campbell ismine... Baktığım sitede magazin haberleri de yaptıklarını unuttuğum için kendime lanet ettim. Sonrasında kendimi yazıya tıklarken buldum. Sayfa kısa bir müddet içinde açıldı. Gözlerim sayfayı hızla taradı. Yazıları okumadım. Sadece alta yerleştirilen fotoğraflara odaklanmıştım. Fotoğraflardan birini açtım. İlk önce Louis'ye baktım. Ne kadar da ihtişamlı gözüküyordu. Çok güzeldi. Dünya üzerindeki hiçbir dilde onun güzelliğini açıklayabilecek kelime bulamazdınız, o kadar güzeldi. Gözlerim onun üstünden Danielle'a kaydı. O da güzeldi. Bunu inkâr etmezdim. En sonunda resmin bütününe baktım. El ele tutuşuyorlardı. Daha fazla görmek istemediğime karar verinceye dek resme baktım. Sonra sekmeyi kapatıp bilgisayarı kapattım. Bilgisayar kapanıp önümdeki siyah ekrandan yüzüm görününceye dek, ne kadar acınası bir ifadeye sahip olduğumun farkında değildim. Görüntüm ekrana yansımıştı. Yüzümde acı bir gülümseme vardı. Derin bir nefes aldım. Bilgisayarın kapağını kapattım.

Louis'nin bir bebeği vardı. Bir sevgilisi vardı. Benim de benle dalga geçmeye çalışan arkadaşlarım. Büyük bir öfkeyle doldum birden. Elime telefonumu aldım ve Niall olduğunu iddia eden kişinin mesajlardan numarasını açtım. Hâlâ kayıtlı değildi. Arama tuşuna basıp yerimden doğruldum. Amacım arayıp karşıdaki kişi yüzüme kapatıncaya dek küfretmekti.

Çaldı. Çaldı. Çaldı.

Bekleyiş rahatsız ediciydi. Sonunda telefon açıldı ve o güzelim aksanı duydum. "Efendim?"

Kalp atışlarım hızlandı, ellerim titremeye başladı. Tek kelime edemedim. Rahatsız olduğunu belirten bir şekilde inledi. "Kimsin? Cevap vermeyecek misin?"

Gülümsedim. O'ydu. Kafam karmakarışık, kalbim sımsıcaktı. Ölüyordum.

"Hey! Hâlâ cevap bekliyorum."

Yutkundum. "Louis..."

Durdu. Benim sesimi hiç duymamıştı, bu şekilde duraksaması garibime gitti. Sanki benim sesimi tanımış gibiydi.

"Kimsin?" Sesi öncekinden garipti. Değişik bir tınıyla çıkmıştı ağzından. Ya da olayın şokunda olduğumdan dolayı ben öyle sanıyordum.

"Ben... Ben şey..."

"Ney?"

Arkadan bir ses duydum. "Louis, kimle konuşuyorsun?" O an, The Originals izlediğim için kendime küfrettim. Bu sesi tanıdığım için kendimden nefret ettim.

"Bir saniye," diye susturmaya çalıştı Louis onu. "Bu önemli."

Adım sesleri duydum. Ondan uzaklaşıyor olmalıydı. Benimse kalbim acıyordu. Çok acıyordu.

"Ee?" Yeterince uzaklaşmış olmalıydı. "En son kim olduğunu söylüyordun."

"Hiç kimse." Sesimin gülümser bir şekilde çıkmasına gayret ettim. "Yanlış oldu herhalde. Üzgünüm."

Bir şey söylemesine izin vermeden telefonu yüzüne kapattım ve sonra bütün bu mucizevi olayların getirisi olan hüzne kapılıp gözyaşlarımda boğulup ölmeyi arzulayarak ağladım.

ℱern ✦ tomlinsonWhere stories live. Discover now