t a n r ı ç a | 15.1

En başından başla
                                    

Tahmin ettiği gibi de oldu, Sonja ellerini balkon korkuluğuna yerleştirmiş Tynse'in masmavi denizini hissediyordu. Kafasını çevirmedi, bakışları "Buraya ait değilim!" diye haykırır gibiydi.

"Sonja," Claire konuştuğunda kehribar gözlü kız kafasını çevirme zahmetine girmeden onu yanıtladı.

"Selam, Claire." Gözleri denize dikilmişti, boşluğu seyrediyor gibiydi. Ah, dışarıdan görünürken ne kadar masumdu!

İç dünyasındaysa her şey tıkır tıkır işliyor, sinsi bir gülümsemenin eşliğinde çöküş planları gerçekleşiyordu.

Peki neydi, Sonja'nın hizmet ettiği? Sonja'nın bir canavar olduğu kanısı da nereden gelmişti? Eh, Claire henüz bunları bilmiyordu ama öğrenmek için öncelikle Sonja'nın bir canavar olduğunu bilmesi gerekiyordu.

Oysaki şuna bakın, ne kadar da tatlı bir kızdı. Tıpkı bir melek gibi... En azından Claire, böyle düşünüyordu.

"Dün gece baş ağrın geçti mi?"

"Ah, hayır. Ne yazık ki hayır. Bugünkü ada turuna katılamayacağım ama size iyi eğlenceler." dedi. "Ya sen, sen nasılsın?"

"Tuhaf hissediyorum ve sıkıldım. Annemi özledim ve belki gülünç gelecek ama babamı da. Hatta babamın adını bir türlü ezberleyemediğim kız arkadaşını da... Ah, adı neydi. Bir saniye. Jenna, Lucie, Kim? Ah, tamam. Kim."

Sonja kıkırdadı.

"Çok sessizsin," Claire oflayarak konuştuğunda Sonja omuz silkti.

"Hayatım boyunca pek konuşan biri olmadım."

"İstanbul'daki falcı... Buranın yerini nasıl biliyordu? Ve aslen nereliydin?" Claire onu sorguladığında Sonja bocalamadan, Diabolica ve iblislerin ona öğrettiği gibi konuştu.

"İsveçliyim. Ve ben de nasıl bildiğini bilmiyorum." Kısa kestiği cümlelerinde konuşmayı pek sevmediğini açıkça belli ediyordu. Claire, gitme vaktinin geldiğini anlayınca "Sonra görüşürüz," dedi mırıldanırcasına ve odadan çıktı.

Koridorda yürürken muhafızların neden böyle kötü baktığını düşünmeden edemedi. Arkasından boş vermeye karar verip tekrardan kendi odasına döndü ve Drew uyurken o, Ethan'ı düşündü.

* * *

Diabolica yeraltı kapılarından girdiğinde kanatları sırtında birleşti ve siyah pullu teni, gaz lambalarının arasından daha da korkutucu göründü.

İblis Tanrıçasının yanından geçtiği her şeytan parçası reverans yaparken o, başı dik bir biçimde yürüyordu. Uzun ve sivri tırnaklarını şöyle bir sallayıp selam verdi. Katıksız nefret ve kötülükten oluşma bedeni, şeytani bir havaya sahipti.

Ancak bu biraz farklıydı.

Diabolica zaten şeytanın ta kendisiydi.

Asırlar önce savaştığı Electra, Frostia, Paranoelia, Natura ve Ravanna'nın şimdiki kişiliklerinden intikam alacaktı. Bunun için uzun bir zamandır bekliyordu, beş ya da altı insan ömrü kadar uzun süredir. Şimdi fırsat eline geçmişti ve kaçıracağa da benzemiyordu.

Yarattığı canavarı, silahı Sonja, Claire'in kanına girebilmişti. Varisler arasından uzun bir seçim süreci yaşamıştı İblis Tanrıçası. Ethan fazla zekiydi, Drew insanlara güvenmezdi, Leona acımasızdı, Christy mesafeliydi, Erica kibirliydi, Martin toplumdan kopuktu ve Sheridan da umursamazdı.

Geriye Jude, Irina ve Claire kalıyordu.

Jude'un arkadaşları ona akıl verecek türden olduğundan ötürü Diabolica onu elemişti, Claire'in Varis olduğu kesinleşmeden önce tercihi Irina'ydı. Çünkü Irina da masumdu, Christy de mesafeli olduğundan ötürü Ira'ya tavsiye verecek bir insan değildi.

Ama sonra Claire ortaya çıktı.

Ve planların işlemesi için ideal Varis oydu. Saftı, aptaldı, sıcakkanlıydı, savunmasızdı ve aralarından en güçsüzüydü. Irina'yı seçseydi gücüyle karşı koyabilirdi ama Claire'in direnecek bir yanı yoktu. Prizler olmadan televizyon çalıştırmak onu bir şeytana karşı kendisini savunması için yeterli yapmazdı. O, bir insandan farksızdı.

Diabolica'nın kulağına Latince lanet büyüleri ilişince İblis Tanrıçası, memnun ve kötülük dolu bir gülümseme takındı. Kulları onun etrafında dönüyor, nefretten varlıklarıyla planla ilgili soru soruyorlardı.

Baş İblis Krathian, karanlıktan yapılma bedeniyle Tanrıçasının yanında yer aldı. Krathian ve diğer iblisler, Tanrıça'ya nazaran daha zor İngilizce konuşuyorlardı. Bu yüzden kendi anadillerini, Latince'yi, ve Eski Dil'i karışık konuşmak onlar için daha kolaydı.

Krathian anadilinde konuştu. "Tanrıçam, hizmetinizdeyim." Böyle konuşurken tıslamıyordu, Diabolica bunun için sevindi ve başını aşağı yukarı duygusuz bir ifade ile salladı.

"Güzel, Krathian, Baş İblis'im. Ordum hazır mı?" Kan kırmızısı ışıktan yapılma gözlerini, Yeraltı Şehri'nin göbeğindeki kalesinin ana koridorunda dolaştırdı. Taştan yapılma bu ışık almaz kalenin bir de esirler için yapılma kulesi vardı. Aynı kule yeryüzünden de yükseliyordu ki, denge sağlansın. Yeryüzünü, Tynse'i yok ettiğimde o kuleyi de yıkmalıyım ki ağır basan taraf ben olayım, diye karar kıldı.

Onun dünyası, kötülerin dünyasıydı. Tynse Adası'nın tam altında, buzdağının görünmeyen kısmı misali bir Yeraltı Şehri'ydi. İblisler, Kan Emiciler ve Şeytan Tanrıça Diabolica'ya hizmet eden –bunu günümüz dünyasında Satanist olarak anıyorlardı- insanlarla doluydu. Nehirlerden su değil, kan akıyor; gök kubbe güneş, bulut ve temiz havadan değil, toprak, duman ve yırtıcı kuşlardan oluşuyordu.

"Hazır, Tanrıçam. Hepsi hazır ve idmanlılar. Parmağınızı şıklattığınız an kanatlarını açıp suya, oradan da gökyüzüne geçecekler. Ve sonra, Tynse'in asırlardır kalkan ile korunmayan sınırlarından içeri girip adayı yağmalayacaklar. Emrettiğiniz gibi, önce Varisler öldürülecek. En sona Electra bırakılacak. Ve Sonja da istediğiniz gibi bizimle beraber savaşacak."

"Mükemmel." Mırıldanıp odasının çift kanatlı kapısını açması için muhafız iblislere el savururken diğer elini Krathian'ın hafif bir çıkıntıya sahip karanlıktan oluşan kulağına götürdü.

Ve parmağını şıklattı.

"Şimdi başlayabilirler."

TanrıçaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin