t a n r ı ç a | 13.1

En başından başla
                                    

Tek zayıf noktasının Ethan olduğunu düşünüp erkek arkadaşı, koruyucusu ve gelecekteki eşi ile beraber merdivenlerden aşağı inerken Claire'in büyük bir tehdit olduğunu aklının ucundan bile geçirmemişti.

* * *

Drew kuşkusuz her çözülmeye çalışıldığında daha da sıkılaşan bir düğümden farksızdı.

Claire bunu tam da şu anda, onunla konuşmaya çabalayıp terslenirken anlıyordu. Dün gece karşısında ağlayan, güçsüzlüklerini ona gösteren oğlan gitmiş; yine eski, bakışları delip geçici, tavırları ise buz gibi soğuk Andrew Hamilton geri dönmüştü.

"Sorun ne?" Claire ardı ardına sıcakkanlılıkla sıraladığı sorularından pes edip konuştu. "Daha dün gece..."

"Dün gece güçsüz tarafımı görmüş olabilirsin, ucube. Ama bu arkadaş olduğumuz anlamına gelmez."

Yüzüne bir darbe misali yediği sözlerle kan, Claire'in yüzüne hücum ederken genç kız ne diyeceğini bilemedi. Dili ağzında bir şeyler söylemek gayesinde başıboş hareket ederken ortaya çıkan tek şey, manasız mırıltılardı.

Drew'u gerçekten anlamak zordu.

Hatta Drew'u anlamak, dünyanın en zor işiydi.

Aşağılanmış ve utanmış bir biçimde Claire kafasını geri çevirip gardırobuna yönelirken, bir daha Andrew'a karşı kabuğundan çıkmayacağına yemin etti. Bir daha asla ona yakın davranmayacaktı, Buzlar Kraliçesi'ni oynama zamanı gelmişti.

Gardırobuna şöyle bir göz gezdirdiğinde, gelmeden önce alınıp ona göre dikilen ölçülerine tam uygun elbiseleri gördü. Leylak, fuşya, beyaz, mavi... Rengârenk ve pahalı kumaşlardan yapılma bu elbiseler arasından gözü direkt elektrik mavisi olana çarpmıştı.

Drew'un önünde, onu umursamadığını belli edercesine usulca soyundu. Fazla zaman kaybetmedi, her ne kadar soğukkanlı genç adama "Umurumda değilsin," mesajı vermeye çalışsa da bir erkeğin önünde iç çamaşırlarıyla kalmak yanaklarını al al ediyordu.

Elektrik mavisi elbiseyi üzerine çabucak giydiğinde tenine değen kumaş, ne kadar kaliteli olduğunu haykırıyordu adeta. Dudaklarında ufak bir sırıtış yer etti. Boynundaki mavi taşlı kolyeyle birbirini tamamlayan bu elbise, Claire'in artık Electra olmanın basamaklarında olduğunu ifade eder nitelikteydi. Ve iki köprücük kemiğinin ortasındaki kolyenin mavi ve hangi taştan yapılma olduğunu anlayamadığı ucu, kızın bedenine sıra dışı bir ısı veriyordu.

Gardırobun kapağına monte edilmiş boy aynasında kendine baktı Claire. Annesi onu böyle görseydi, inanabilir miydi gerçekten? Aldığı elbiselerin hiçbirini giymeyen ve bazen, annesinin İspanyol Paça kotlarını çalan kızının şimdi gerçek bir Tanrıça gibi göründüğüne inanabilir miydi? Ah, annesi!

Marie DeMounts'un şu anda ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu ve bu bilinemezlik Claire'in içini yiyip bitiriyordu. Arkasından çok ağlamış mıydı, sağlıklı mıydı, güvende miydi ve... Daha da önemlisi, yaşıyor muydu?

Hayatı boyunca babasını merak eden biri olmamıştı, elbette Walden Hudson ile görüşmeyi istemişti ama aralarındaki kopukluk, Claire'i tek ebeveynini annesi olarak görmeye itmişti. Ancak şimdi... Şimdi, kalbinin içinde buruk bir sızlama vardı. Ne annesinin, ne de babasının durumunu bilememenin verdiği o buruk sızlama.

Yüzünde hüzün ve keder dolu bir tebessümün oluştuğunu gördüğünde, Drew ona bakıyordu. Claire bunu fark etmedi, bu yüzden omuzlarının altına doğru artık uzamış kahverengi saçlarını örmeye karar verdi. Kalın ve kısa bir örgü yapıp, örgüsünü sağ omzundan öne attırdı. Aynadaki yansıması hayret edilecek türdendi. Çünkü okulun eziği, evin içine kapanığı, Seattle'ın asosyali ve tüm evrenin kapalı kutusu Claire Hudson; şu anda zenginlik ve kalite kokan bir elbisenin içinde, antik bir saç modeliyle ve... Nefes kesici bir güzellikte dikiliyordu.

TanrıçaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin