Otel 2

7.8K 301 19
                                    

Asansöre doğru yürürken bir anda yakamdan çekiştirilip bir odanın içine uçmam bir oldu. O kadar ani olmuştu ki olan yine gariban popoma olmuştu. Ben acıyla inlerken kafamı kaldırdığımda karşımda sırıtan bir Can görmeyi açıkçası planlamıyordum. Gülmeyi kesip kaşlarını çatıp yüzüme baktı.           -"Kendi odana gitsene ne dolanıp duruyorsun."
-"Ne! benim odam mı var?"
-"Kartı almadın mı?"
-"Ne kartı ya?"
-"Off gel benimle."
Can kolumdan tutup otelin lobisine kadar sürükledi. Mermer tezgahın üstündeki çanı çalıp beklemeye başladık. Kadın geldiğinde Can adımı ve soyadımı söyleyip odamın kartını istedi. Kadın bilgisayara bakıp tekrar bize baktı. 1022 numaralı oda dedi.
Can biraz düşünüp orası benim odam dedi. Kadın tekrar bilgisayara baktı ve bize dönüp
-"Hayır.. Burada Can Atahan ile Hayal Atahan yazıyor."
-"Başka odanız yok mu?"
Kadın tekrardan bilgisayara döndü bir kaç dakika ekrana baktıktan sonra bize dönüp;
-"Maalesef hiç boş odamız yok." dedi.

Can sinirli bir şekilde 2 saattir tuttuğu kolumu daha da sıkıp asansöre doğru yürümeye başladı.
Bugün Can'da bir şeyler vardı ama hadi hayırlısı.
Asansöre bindiğimiz de kolumu bırakıp 10. kata bastı. Asansör hareket ederken Can da başını ovmaya başlamıştı. Ne olduğunu sormak istiyordum ama sinirli olduğu için pek de başına üşüşmek istemiyordum. Arada bir Can'a bakıp ne yaptığını kontrol ediyordum. O ise kafasını telefondan kaldırmıyordu.
  Yavaşça çıkan asansör 10. kata yaklaşırken 9. katta durdu. İçeri birkaç adam girdi. Kapı kapanırken biraz rahatsız olmuştum. Çünkü adamlar hemen dibimde Can da en köşede duruyordu. Bir kaç kez boğazımı temizleme ihtiyacı duydum. Asansör 10. kata geldiğinde bende rahat bir nefes vermiştim. Can köşeden koluma uzanıp kendine doğru çekti ve asansörden indik. O önde ben arkada odaya doğru yürüyorduk.
1022 numaralı kapının önüne geldiğimizde ceketinin cebinden kartı çıkardı ve giriş yerine soktu. Kapının ışığı yeşile dönünce kartı çıkartıp kapıyı açtı. İçeri girerken bende tuttuğu kolumu kendime çekip iki saattir sırtımda olan ve artık bana acı çektiren çantayı bir köşeye fırlattım. Can, cam kenarındaki koltuğa oturmuş hem bir şeyler konuşuyordu hem de başını ovmaya devam ediyordu. Tuvaletim gelmişti. Tam lavaboya girerken Can'ın telefona bağırışını duydum.
-"Ahmet, o adamlarla aynı toplantıda bulunmak istemiyorum.Zaten durduk yerde toplantı yapıyorsunuz. O adamları toplantıya sokmayın." dedi.
Böylece problemin ne olduğunu öğrenmiş oldum. İşimi hallettikten sonra dışarı çıktım. Can yatakta sırt üstü uzanmış kollarını iki yana açmıştı. Saçları dağılmış ve göz altları mor görünüyordu.
Kolumdaki saat 6'ya geliyordu ama ben şimdiden acıkmıştım. Midem garip garip sesler çıkarmadan önce birşeyler yemem lazımdı. Koltuğa oturup daha yeni çıkardığım ayakkabıları giydim. Elimi çantama sokup telefonu aradıktan sonra elime gelen soğuk metalle elimi dışarı çektim ve bingo telefonu almıştım. Şifonyerin üstünden oda kartının yedeğini aldım.
Tam dışarı çıkarken boğuk bir sesin Hayal dediğini duydum. Arkamı döndüğümde Can yattığı yerden yeni doğruluyordu. Kapıyı kapatıp ona doğru döndüm. Saat kaç diye sordu.
Telefonuma bakıp 6:05 dedim.
Yavaşça yerinden doğruldu kendine gelmek için kafasını salladı. Kalkacağı sırada başı dönmüş olmalı ki yatağa geri oturdu. Bir kaç dakika sonrada kalkıp yüzünü yıkadı ve o da telefonunu alıp yanıma geldi. Yüzüne baktığım zaman o mor halkalar iyice artmış ve yüzünün rengi solmuştu. Gerçekten iyi görünmüyordu.

Yemek katına indiğimizde Can aniden kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Ben şaşkın bir şekilde ona dönerken o sinirli bir şekilde karşıya bakıyordu. Bakışlarım Can'ın baktığı yerle buluşunca asansördeki adamların bulunduğu masaya baktığını gördüm. Oysa bu adamlar asansörde de ordaydı. Ama Can herhalde telefona kafayı gömdüğü için farketmemişti. Adamlardan biri bizi fark edince yanındaki adamın kulağına eğilerek birşeyler fısıldadı. Çok geçmeden tüm adamlar bize doğru döndü. Hepsi normal bakıyordu ama bir tanesi yüzüne gülümseme yerleştirmişti. Onların yanından geçerek bizim şirketin olduğu masaya yürümeye başladık. Yanlarına geldiğimizde 2 alan boştu. Demek ki bu saatte yemek yiyorlardı. Can kibarlık yaparak sandalyemi çekti. Otururken teşekkür etmeyi ihmal etmedim.
Çok kalabalık bir masa sayılmazdı.

Herkes iş hakkında konuşuyordu. Çok sıkılmıştım. Sonra bir kadının, torunu hakkında konu açmasıyla farklı konular hakkında konuşmaya başladılar. Sadece kulak misafiri olup ne konuştuklarını dinliyordum. Genellikle kalabalık ortamlarda konuşmayı sevmezdim. Onun yerine insanların davranışlarını ve konuşma tarzlarını incelemek daha hoş gelirdi bana.

Önümde duran tabaktaki son yemek parçalarıyla oynarken kolumun dürtüklenmesiyle kafamı oraya çevirdim.
Can sıkılmış bir ifadeyle gidelim mi diye sordu.
Kafamı sallayıp yavaşça oturduğum yerden kalktım. Odaya doğru yürürken Can yine beni kendine doğru çekmişti.
Asansöre bindiğimiz de direk kata bastım.
Can'a döndüğümde aynanın önündeki korkuluğa ellerini koymuş kafasını da öne eğmişti.
Tam ona doğru yürürken asansörün "dınk" sesi duyuldu.
Can yavaş adımlarla asansörden dışarı çıktığında bir an tökezledi. Hemen koşup kolunu omzuma attım. Odaya kadar giderken çok zorlanmıştım. Çünkü Can çok ağırdı.
Odanın önüne geldiğimizde kartı çıkartıp odaya girdik. Can'ı hemen yatağa yatırdım. Ateşinin olup olmadığını anlamak için alnına dudağımı koydum. Küçükken bana böyle yaparlardı. Ateşi yoktu. Hemşireyi aramak için masadaki telefona uzanacağım sırada Can kolumdan tutup yatağın kenarına oturttu. Yüzüne baktığımda hafif gülümsedi.
-"Hemşireye ihtiyacım yok. Bugün fazla yoruldum ve stres yaptım. Uyusam sabaha birşeyim kalmaz. Yinede beni düşündüğün için teşekkür ederim." dedi.
Bende ona gülümseyip gidip pijamalarımı giydim. Üst kısmında kocaman bir ayıcak vardı ve hug me yazıyordu. Altı da çizgili ve yeşilimsi bir renkteydi. Odaya geri döndüğümde Can'ın hala üstünü değiştirmediğini gördüm. Onun çantasından pijamalarını çıkartıp üstüne koydum.
Ne kadar dürtüklersem dürtükliyim kalkmayınca sırtının arkasına geçtim. Öne doğru itekleyip yatakta oturmasını sağladım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp yavaşça gömleğinin düğmelerini açmaya başladım. Sonuncu düğmeyi de açtıktan sonra tekrar arkasına geçip gömleği çıkardım. Yatağın üstündeki pijamayı alıp kafasına geçirirken hafif mırıltılar çıkartıyordu.
Son olarak sol kolunu da çıkartınca tişörtün eteklerini aşağıya çektim. Şimdi de altının çıkması gerekiyordu. Ama onu kendisi halletmeliydi.
Son bir kez daha dürttüğümde tek gözünü hafifçe açtı. Hadi altını giy deyip pijama altını ona uzattım. Bende banyoya girip dişlerimi fırçalayıp, koluma kremi sürüp çıktım. Çantamdan toka alıp saçlarımı at kuyruğu yaptım. Çünkü uyurken hem saçım karışıyor hem de sıcak basıyordu.
Can da pijamasını giymişti.
Yanına gidip ateşine bir daha baktım. Ateşi yoktu. Can çoktan uykuya dalmıştı. Benimde gözlerim kapanmak üzereydi. Odada başka yatak olmadığı için otomatik olarak Can ile yatmam gerekiyordu. Yavaşça yorganı kaldırıp yatağa girdim. Girdiğim anda bir çift kolun beni çekmesi bir oldu. Arkamı zorla döndüğümde Canla burun buruna geldik. Kendimi geri çekmeye çalışırken Can kollarını daha da kenetlemişti. Elini kaldırıp başıma koydu ve başımı göğsüne gömdü.
-"Böyle kalmak istiyorum, izin verirmisin?"dedi.
Kafamı hafifçe salladığım da bana daha çok sokulurken ben de kollarımı beline koydum.
Uykuya dalmadan önce son hatırladığım şey Can'ın kokumu içine çekmesiydi.

ZORAKİ EVLİLİKUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum