Son olarak da üstüme tişörtü geçirdikten sonra saçlarımı salık bırakıp banyodan dışarı çıktım. Yatağın üstündeki çantayı aldıktan sonra yavaş ve emin adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. Ben indiğimde Can telefonla konuşuyordu. Kendi çantasını da kapının önüne koymuştu. Telefon konuşması bittiğinde arkasını döndü ve beni gördü. Elimdeki çantayı kapının önüne koyup ayakkabılarımı giymeye başladım. O da ayakkabısını hızla giyip hemen çantaları aldıktan sonra arabaya koştu. Anlaşılan acele etmemiz gerekiyordu. Ayakkabılarımın bağcıklarını bağlamadan hemen anahtarla kapıyı kilitledim ve bende Can'ın yanına doğru koşmaya başladım. Tabi ben koşarken yine benim sakarlığım tuttu. Tam yere kapaklanırken son anda kendimi kurtardım. Arabanın kapısını açıp kendimi içeri attım. Can gaza basınca ben de o anki sarsıntıyla hemen emniyet kemerini bağladım. Can şuanda kaçla gidiyordu bilmiyorum ama camdan dışarıyı izlediğimde gördüğüm şey sadece renklerdi. Şeritler ve bariyerler dümdüz görünüyordu. Havaalanına giriş yaptıktan sonra Can hemen arabayı boş bir alana park etti ve hemen arabadan indi. Ben de onun acelesine ayak uydurmaya çalışıyordum.

Kendi çantamı alıp iç hatlara doğru koşmaya başladım. Arkamdan Can arabayı kilitlemişti ve onun da ayak sesini duyabiliyordum. Can bu holdingin patronuydu zaten özel uçakla gidiceğimiz için pek telaş etmesine gerek yoktu ama gerçekten geç kalmaktan nefret ettiğini bugün bana açıkça göstermişti.

Sonunda o kargaşanın içinde uçağa bindiğimizde, ben epey bir yorulmuş ve acıkmıştım. Tamam belki bir kaç saat önce yemek yemiş olabilirdim ama napalım mide bu iste de istiyor. Hem zaten ben yıllık hareket etme sürecimi bugün itibariyle doldurmuştum. Yanıma baktığımda Can dergi okuyordu. Gerçekten çok sıkılmıştım. Bende öndeki gözde olan dergiyi alıp okumaya başladım. Genellikle kozmetikler, oyuncaklar gibi bir sürü şey vardı. Katalog gibi bir şeydi bu. Dergiyi karıştırırken sonunda bulmaca olduğunu fark ettim. En azından şuan ki sıkıntımdan kurtarabilirdi. Can'a döndüğümde hala dergiyi okuyordu. Elimi gözünün önünde salladığımda bana ne var dercesine baktı. Kalem var mı diye sorduğumda gözlerini devirip ceketinin cebinden holdingin isminin olduğu kalemi çıkarttı. Uzattığında hemen alıp bulmacayı çözmeye başlamıştım. Ben başlamıştım mı demiştim, tamam kabul hiç bir şeyi anlamamıştım. Sadece resimdeki ünlüyü bulmuştum o kadar. O da Hadise'ydi zaten. Tam soruyu çözmeye dalmışken Can elimden dergiyi ve kalemi almıştı. Dergiyi kıvırıp kendisi çözmeye başladı. Çözerken çok ciddi görünüyordu. Kaşlarında çok ezici bir bakış vardı. Bir 10-20 dakika sonra dergiyi kucağıma bıraktı. Ona baktığımda kalemi ceketinin cebine koyuyordu. Derginin en son sayfasını açtığımda hepsini bitirmişti. Ağzım açık ona döndüğümde bana alayla baktı.

-"Hem aptal hem sakar hem de sulu gözsün."

-"Bana diyene bak sen de mutfak konusunda hem beceriksiz hem de egoist bir kas yığınısın."

-"Doğru söyle kaslı olmam hoşuna gidiyor değil mi?"

-"Ne alaka ben öyle bir şey mi dedim?"

-"Hayır ama ima etmiş gibi bir şey oldun."

-"Uyucağım ben hadi görüşürüz."

Bu çocuğun benim sinirlerimi bozmada üstüne yok zaten. Ama gerçekten de dediğim gibi uykum gelmişti. Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Kafamı pek rahat edemediğim koltuğa iyice gömdükten sonra kendimi uykuya teslim ettim.

Kolumun dürtüklenmesiyle yavaş yavaş uykum benden uzaklaşıyordu. Kolumu dürten kişi hala beni dürtmeye devam ediyordu. Gözlerimi yavaşça açarken beni dürten kişiye baktım. Can ve koridorda duran bir hostes bana bakıyordu. Gözlerimi tekrar Can'a çevirdiğimde aç mısın diye sordu.

Kafamı evet anlamında sallayınca hostese dönüp adını hiç duymadığım bir şeyler istedi. Hostes gülümseyip bir tepsi uzattığında Can tepsiyi alıp önümdeki masaya koydu ve kendine de çay istedi. Tepsiye bakınca gözlerim fal taşı gibi açık kalmıştı. Karşımda güzeller güzeli bir pancake tabağı duruyordu. Can'a sarılcaktım ama yine sakarlığım tuttucaktı ve ben elindeki çayı üstüne dökücektim. O yüzden sadece gözlerinin içine bakarak teşekkür ettim. Bu benim birisine minnettar olduğumdaki bakışımdı. Her neyse önümdeki tabağa döndüm. Yemeğe yumuldum desem yalan olmaz.

Son pancake parçasını da yutarken midem şişmişti. Galiba biraz aşırıya kaçmıştım. Ama tadı çok güzeldi. Hostes holden geçerken benim tepsimi de almıştı. Biraz daha kestirmeye karar vermiştim ki pilotun anonsuyla birazdan inecek olduğumuzu öğrendim.

Uçak gürültüyle inerken açıkçası çok rahatsız olmuştum. Normalde de uçak yükselirken ve alçalırken midem kalkıyordu. O zamanlar küçüktüm ve babam benim elimden tutarak hem sakinleştiriyor hem de komik şeyler anlatıyordu. Ama şimdi öyle birşeyin olmayacağını iyi biliyordum. Zaten babam bana tecavüz etmeye kalktığı günden itibaren onunla olan tüm bağımı tamamen kesmiştim. Geçmişi arka perdeye itip ayağa kalktım. Herkes uçaktan iniyordu. Çantalarımızı aldıktan sonra sakin bir şekilde uçaktan indik. Havaalanındaki tünelde ilerlerken bizimle birlikte inen gruba baktım. Bazılarını tanıyordum ama çoğunu daha önce hiç görmemiştim. Holdingde ki tüm personeller gelmişti. Demek ki herkesin tatile ihtiyacı vardı.

Havaalanından çıkarken bir kaç güvenlik görevlisi yanımıza geldi ve bizi özel araca kadar eşlik etti. Güvenlik görevlisinin teki kapımı açarken gülümseyip teşekkür ettim ve araca bindim. Çantamdan telefonu çıkartıp uçak kalkmadan önce kapattığım telefonu açtım. Açıldığı anda 3 tane mesaj sesi ard arda arabada yankılandı. Can'ın da dikkatini çekmiş olmalı ki kafasını buraya doğru çevirdi. Mesajlar kısmına girdiğimde 3 mesajın da Damla'ya ait olduğunu gördüm.

-"Hayal napıyosun?"

-"Hayal alış-verişe gidelim mi?"

-"Hayal öldün mü kız?"

Ben sırıtırken Can da kafasını uzatmış meraklı gözlerle ekrana bakıyordu. Mesajları okumayı bitirdiğinde bana dönüp Damla mı o dedi. Kafamı salladığımda koltuğa geri yaslandı. Bende Damla'nın mesajlarına cevap yazdım. Sonra telefonu çantama atıp arkama yaslandım. Dışarıyı izlemeye koyuldum. Can'ın sesiyle daldığım pencere kenarından ayrıldım. Otel'e geldiğimizi söyleyip kapıyı açtı ve çıktı. Bana yine soğuk davranmaya başlamıştı. Ama çok takılmadım. Çantamı koluma takıp bende dışarı çıktım. Otele baktığımda cidden çok büyük ve gösterişli duruyordu. Can içeri girerken bende onu takip ettim. Ben çok büyük mü demiştim, bu resmen saray gibi. Lobinin tavanından saray yavrusu kadar taşlarla kaplı bir avize sarkıyordu. Lobinin mermerleri altın kaplama gibiydi. Kısacası heryer parıl parıl parlıyordu. Gözlerim Can'ı aradığın da Can lobide kayıt işlemlerini hallediyordu. Sakin adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Beni farkedince yandan kısa bir bakış attı sonra adamın elindeki anahtarı aldı. Anlaşılan odaya gidiyordu. Ben de onu takip ettim. Asansöre bindiğimiz de bizden başka kimse yoktu. İkimiz de konuşmadık. Kapı açıldığında kaçıncı katta olduğumuza baktım. 5. kattaydık. Asansörün kapıları kapanmadan indim. Arkama baktığımda Can yoktu. Asansör yukarı çıkmaya devam ediyordu. Kaçıncı katta duracağına bakarken bir yandanda öteki asansörü çağırıyordum. Asansör 10. Katta durmuştu. Çağırdığım asansörde 5. kata yaklaşıyordu. 5. kata geldiği anda kendimi asansörün içine attım ve 10'a bastım. Asansör yavaş hareket ederken içerdeki insanları dikkate almadan bağırmak istiyordum. 9. kata geldiğin de kapı açıldı ve arkamda ki kişiler teker teker çıkmaya başladı. Onlar çıktıktan sonra hemen kapıyı kapatma düğmesine bastım. 10. kata geldiğimde kendimi hızlıca dışarı attım. Sağdaki koridora saptım. Tam o sırada bir kapı kapanıyordu. Hemen kapının önüne koştum. Ama kapı çoktan kapanmıştı. Kapıyı tıklayıp beklemeye başladım. Kapı açıldı ve kapının ardından koca göbekli bir adam çıktı. Ben özür dileyip yanlış kapıyı tıkladığımı söyledim. Giderken adam arkamdan homurdanıyordu.

ZORAKİ EVLİLİKWhere stories live. Discover now