İki

1.9K 162 6
                                    

Nereye gidersem gideyim, nereden dönersem döneyim burası ait olduğum yerdi. Uykusuzluğa yenik düşmüş birinin sabahın altısında bir dikişte içtiği sade kahveye ihtiyacı olduğu gibi, benim de bu şehre ihtiyacım vardı. Ya da bir alkoliğin tek oturuşta içtiği on iki bardak kırmızı şarap gibi, kaçınılmaz... Özür dilemem gereken bir ton insan vardı, ve onlara gerçekten bir açıklama borçluydum. Ancak yapacağım tek şey onları sayısızca yalan ile şişirmek ve daha fazla soracak bir şeylerinin kalmadığından emin olmak olacaktı.

Gözlerimi tavana diktim, kafamda cümleleri toparlıyordum. Üzerimdeki yorgan ağırdı ancak kalbime oturan çaresizlik hissinden, yorganı hissedemez olmuştum. Hiç uyumadan, tavanı seyretmiştim bütün gece. Sokaktan geçen insanları dinlemiş, içimde hissettiğim bu boşluğun içinde boğulmuştum. Aslında planımda yoktu bu, ancak beni bir türlü bırakmadı vicdanım. Sanırım onu suçlayamam. Göz kapaklarım ağırdı, kulaklarımda bir uğultu ve midemde bir gerginlik hissi... Nasıl bu yataktan çıkıp da onu görmeye gidecektim? Onunla nasıl yüzleşecektim? Hem, ne diyecektim ki?

"Korkak." Kendi kendime hatırlattım kim olduğumu, neden kaçtığımı. Nerede olursam olayım kaçtığım tek bir şey vardı. Kendim...

Sonunda yataktan çıkmayı başarmıştım. Bazı geceler de yatağa girmek acı verici derece zor olmuştu. Pencerenin önünde sızana kadar içtiğim günler gibi... Ayaklarımın üzerinde durup da yürüyemezdim bile yatağıma. Ya da yattığımda yalnızlığı daha farklı hissederdim, daha kuvvetli. Yatağın tamamı bana kalmış olsa da, yine de ufak bir köşeye kıvrılıp mutsuzluğum ile uyurdum. O günler oldukça geride kalmış olmasına rağmen hala hikayemin bir parçasıydı. Ve ben, hikayemin parçası olan şeyleri unutmaktan yana değildim. Beni bugün olduğum yere getiren her şey, benim bir parçamdı. Başkasının bilmesine gerek yoktu, ancak ben bilmeli ve hiç unutmamalıydım.

Çünkü Skye Wright buydu. Eski alkolik, bir korkak ve her zaman firarda.

"Günaydın." Bütün bunlardan habersiz annem, yanağıma bir öpücük kondurdu. Eğer en dibe kadar battığımı, orada hayatta kalmak için yaptıklarımı bilseydi, bana öpücük veren o dudaklarını çamaşır suyu ile günlerce bastırarak silerdi belki.

Sadece ben ve annem... Bütün hayatım boyunca sahip olduğum tek insan annem olmuştu. Vale kardeşleri saymazsam tabii... Bir kardeşim yoktu, babam da kalacağına söz verip de defolup giden adi heriflerden biriydi. Ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Belki de ona çekmişimdir.

"Günaydın. Yardım edebileceğim bir şey var mı?" Etrafı toparlamakta olan anneme sordum. Hep böyleydi, asla sakince oturup konuşamazdınız onunla. Sürekli yapacak bir iş bulurdu. Küçükken onun bu huyuna çok sinir olurdum. Onunla vakit geçirmek isterdim ama onun her zaman yapacak işleri olurdu. Belki de bu yüzden yıllar geçtikçe birbirimizden kopmaya başlamıştık. Belki de annem babamın yokluğu ile bu şekilde başa çıkıyordu.

Annem tatlı bir şekilde gülümsedi.

"Yok. Ne yapayım sana? Ne yersin?" Elinde eldivenleri çıkartıp mutfak tezgahının üzerine koydu.

"Klasik April Wright kahvaltısı tabii ki." Gülerek yanıtladım. Annemin yemeklerini özlemiştim. Buradan uzakta olduğum üç yıl boyunca aç karnına yatağa girdiğim çok olmuştu. Bazen de bunun tek sebebi cebimde yemek alacak para olmasa da başkasından borç alıp, borç aldığım parayla içki almamdı. Bütün o beni yok eden alışkanlıkların arasından sıyrılmak sandığınızdan daha uzun zamanımı almıştı, ama sonuçta şimdi iyiydim.

"Tamamdır. Sen geç otur. Birazdan hazırlarım." Bulaşıkları yıkamaya koyulmuştu. Salonumuzdaki ufak kırmızı kanepenin üzerine bir kedi gibi kuruldum. Klasik bir Glasgow günü, gri bulutlar yine gökyüzünü kaplıyordu. Pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldum. Asfalta ihtiyacı olan bu yol, sahip olduğu ufak su dolu çukurlarıyla hain tuzaklar kurmuştu insanlara. Dün gece ayık olmasaydım, imkanı yok pantolonum temiz bir şekilde varamazdım eve. Ama uzun süredir ayıktım ben, artık o hayata geri dönmeye niyetim yoktu.

Gözüm birden ufak masanın üzerinde duran, özenle çerçevelenmiş fotoğrafa kaydı. On altıncı yaş günümden bir resimdi bu. Annem, Jasper ve onun kız kardeşi Violet yanımda duruyorlardı. Her birinin yüzünde büyük gülümsemeler... Önümde, üzerinde krema ile on altı yazan büyük, ev yapımı çikolatalı bir kek..

Jasper'ı en son gördüğüm gün üzerinde gri bir kapüşonlu ve altında da pijaması vardı. On dokuz yaşındaydık, saçları dağınıktı ve elleri soğuk havadan dolayı pespembe olmuştu. 'Yarın görüşürüz.' demişti kapısını kapatırken. Onun o hali aklımdan hiç çıkmamıştı. Ne zaman onu hatırlatan bir şey görsem ya da duysam, pijamalı Jasper gelirdi aklıma. Ertesi gün ortalıktan kaybolduğumu duyduğunda ne düşünmüştü acaba? Kalbim dengesizce atar olmuştu yine. Üstelik onu görmemiştim bile, sadece onu düşünmek bu hale getirmişti beni. O, istenmeyen bir düşünce haline gelmişti benim için. Düşündüğümde kalbimde bir ağırlık hissettiğimden, hiç düşünmemeye çalışırdım. Ancak şimdi buraya, evime geri döndüğümden, her yerde ona ait bir şeyler görüyordum. Düşünmemek imkansızdı.

"Skye, kapıya bakar mısın?" Annem seslenene dek kapının çaldığını fark etmemiştim. Hızlı bir şekilde oturduğum yerden kalkıp kapıyı açtım.

Mary Jane, annemin yakın arkadaşlarından birisi elinde bir tabakla kapının önünde duruyordu. Bir saniyeliğine elindeki tabağı yere düşürüp tuz buz edeceğini sanmıştım. Yüzünde şok ifadesi ile sanki kafamda boynuzlar varmış gibi beni seyretti. Tıpkı annem gibi o da daha yorgun ve yaşlı gözüküyordu. Sanırım zaman yüzümüzdeki çizgilerden başka hiçbir şey getirmiyordu insanlara.

Eskiden parlak bir şekilde göz alan uzun kahverengi saçları, şimdi ancak omuzlarına doğru dökülüyordu. Saçlarının arasında fark edilebilir beyaz teller vardı. Altında bol bir kot pantolon... Kapıyı açanın ben olduğunu fark ettiği an gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Büyük bir sessizlik geçti aramızda. Annem fark etmiş olacak ki mutfaktan yanıma doğru geldi.

"Hoş geldin hayatım." Annem benim varlığımı yok sayarak uzandı, arkadaşını kollarının arasına aldı. Mary, başını annemin omzuna dayamıştı, ancak gözleri benim gözlerimi terk etmiyordu. Ne hissediyordu acaba? Hiçbir şey söylemeden çekip gitmiş olan Skye Wright hakkında ne düşünüyordu?

Annem işine geri döndüğünde Mary'nin boş yüz ifadesi yerini üzgün bir hale bıraktı. Kaşları, güzel yeşil gözlerinin üzerinde eğildi, dudağı büküldü. Bir anda sarılıverdi bana, sıkı bir şekilde kollarını etrafıma sardı. O kadar çok sıkıyordu ki beni, bir an nefes alamadım.

"Bizi çok endişelendirdin. Polisler her yerde seni aradı. Artık umudumuzu kesmiştik!" Kırgın bir sesle konuştu orta yaşlı kadın.

"Çok büyümüşsün." Mırıldandı. Başımı salladım. Ne diyeceğimi bilmiyordum çünkü.

Nihayet bana sarılmayı bıraktı. Onu içeriye davet ettiğimde, annem de bize katıldı. Her şeyi ne kadar da garip bir hale getiriyordum... Ben yokken annem tek başına kalmıştı, yapayalnız. O kadar bencildim ki onu düşünmemiştim bile. Eminim ben ortadan kaybolduktan sonra Mary annemin yanından ayrılmamıştır. Çünkü Mary kaç yaşında olursa olsun, kalbinde her zaman sadece on yaşında ufak bir kız gibiydi. Onun kadar merhametli, yardımsever ve temiz kalpli bir insan daha görmemiştim ben. Ama şimdi ben de buradaydım, ve odadaki sessizliğin sebebi benim varlığımdı.

--------------------




All I Want | ⚣Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα