Ertesi sabah hastaneden çıktığım gibi eve gidip sıcak bir duş aldım ve okula bu yorgunlukta nasıl gideceğimi düşündüm. Tabii bir de önce karakola uğramam gerekiyordu. Fakat dersleri daha fazla ekemezdim çünkü hayatımda olup bitenlerden dolayı zaten akademik hayatım çöküşteydi.
Sürekli onu düşünüyordum. Düşündükçe de soğuk nefesini ensemde hissediyordum. Sanki sürekli beni izliyordu.
Üzerime lacivert bir kazak, altıma da siyah bir kot pantolon giydikten sonra makyaj yapmadan aşağıya indim. Ablam salonda telefonuyla ilgilenirken beni bekliyordu. "Hazır mısın?" Dedi telefonundan başını kaldırmadan. Olumlu anlamda bir mırıltı çıkardığımda koltuktan kalkarken telefonunu cebine atıyordu. "Bizimkilerle gruptan konuşuyorduk. Olanları duymuşlar. Sonuç olarak herkesin Yiğitten nefret etmesini sağladım ve rica ederim." Derken ceketini giyiyordu. Şok içinde ona baktım. "Ne ara duymuşlar? Nereden?" Ablam omuz silkerken ayakkabılarını giyiyordu. "Bu ailenin etrafında dolaşan kurt çok. Eminim bir tanesi ulumuştur." Laf ebeliğine gülerken yanına adımlıyordum.
Nefesimi verirken vestiyerden ceketimi alıp giydim. Ayakkabılarımı giyerken ablama bir bakış attım. Onu bu aralar sürekli dalıp giderken buluyordum. Benim gibi, olanları düşünüyor olmalıydı. Onu suçlayamazdım. Kolay şeyler yaşamıyorduk hiçbirimiz.
Karakola uğradıktan sonra okula onun arabasıyla vardığımızda yağmur atıştırmaya başlamıştı. Arabadan inerken gözlerim otoparkta onu ve motorunu aradı. Buldu da. İleride, bir ağacın altında Sevinç'le konuşuyorlardı. Bunda tuhaf bir şey yoktu fakat nedense konuşmaları bana biraz hararetli gelmişti. "Gelmiyor musun?" Ablamın sesi ile kendime gelip bakışlarımı üzerlerinden çekip peşinden binaya girdim. Bir kahve alıp ablamla bahçedeki banklardan birine oturduğumuzda yüzümdeki bantların aşırı kaşındırdığını fark ederek yüzümü buruşturdum. Ablam bana soru soran bakışlarla bakarken kahvesini yudumluyordu. "Bantlar, kaşındırıyor." Dediğimde başını olumlu anlamda salladı.
O sırada ikimizin de gözleri okul binasından çıkan ikiliye kaymıştı. Yağız ve Rüzgar. Ablamın iç çektiğini fark ederek ona hayretle baktım. "Yavaş, çocuğu gözlerinle soymayı bırak." Kaşlarını çatıp inkar edeceği sırada o da bunun saçma olduğunu fark etmiş gibi ifadesini yüzünden sildi. İnleyerek elleriyle yüzünü kapattığı sırada iyice kapatan bulutlara bakıyordum. Yağmur bir duruyor bir yağıyordu. "Öyle mi yapıyorum?" Ellerini yüzünden çektiğinde omuz silkerek banktan kalktım ve kahvemi çöpe attım. "Sadece söylüyorum. Kayra gayet güzel hayatına devam ediyor, sen de..." Dediğimde bana ters bakışlar attığı için susmak zorunda kalmıştım. "Pekala, nasıl istersen öyle yap. Yalnızca, eğer arkadaşlıkları yeterince güçlüyse zaten senin için aralarını bozmazlar." Dediğimde, kulağına mantıklı gelmiş olacak ki başını olumlu anlamda salladı.
İkimiz de farklı sınıflara dağıldığımız sırada derse neredeyse geç kalmak üzere olduğumu fark ederek adımlarımı hızlandırdım. Bir sıraya geçip oturduğum sırada ensemde soğuk bir rüzgar hissettim ve kendimi herhangi bir şey için hazırladım.
Tik tak, zaman işliyor.
Sesini duymamla tırnaklarımı avuç içlerime öyle sert geçirdim ki iz kalacağından emindim. Sevinç yanıma gelip oturduğunda ellerimi serbest bırakırken gevşemeye çalıştım. "İyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş." Dediğinde gözlerimi kapatıp bir kaç saniye sakinleşmek için bekledim ve gözlerimi tekrardan açtığımda Sevinç, endişeli gözlerle bana bakıyordu. "İyiyim." Zehra Hoca'nın sınıftan içeriye girmesiyle birlikte kısık sesle konuşmasına devam etti. "Hastanede ziyaretine gelemedim üzgünüm. Aslında Kayra ile gidecektim ama annem son dakikada bir iş çıkardı." Dediğinde, buruk bir şekilde gülümsedim. "Sorun değil." Gelmediğine üzülmüş müydüm? Evet. Fakat bunun hakkında kafa yoracak mıydım? Hayır. Zaten içerisi yeterince doluydu.
Dersten sonra tuvaleti kullanıp koridora çıktığımda onunla karşılaştım. Kollarını göğsünde birleştirmiş doğrudan koyu kahveleriyle bana bakıyordu. Üzerinde deri bir ceket, içinde ince bir tişört ve altında da koyu mavi bir kot vardı. Ne kadar inkar etmek istesem de iyi görünüyordu. İyiden de öte.
Yanından geçen kızların ona dönüp ikinci kez baktıklarını fark ettiğimde öfkeyle nefesimi verirken yanına doğru adımladım ve bilerek yakınında durdum. "Birileri kıskanıyor mu ne?" Ona ters ters bakarken göğsüne vurdum. "Komik değilsin, gardiyan gibi burada dikilirsen bakarlar tabii." Kıkırdayarak yüzünü yüzüme yaklaştırdığında kendimi ona bırakmaya ne kadar hazır olduğumu fark ederek kendime kızdım. Hala çözmem gereken bir portal meselesi vardı. Ya da kapı, boyut kapısı. Her neyse işte.
Bu oyunu onun yoluyla değil, benim yolumla oyanacaktık. Dediğini yapmanın başka bir yolunu bulacak ve kimseye zarar vermeden bu işi bitirecektim. Bunu yapmak zorundaydım. Başka bir ihtimal yoktu. "Rüzgar, konuşmamız gerekiyor." Derken onu omuzlarından yakalayıp kendimden uzaklaştırdım. Suratı düşerken nefesini verdi. "Ben de bunu ne zaman söyleyeceğini merak ediyordum." Dediğinde, gülümsemeye benzer bir şey geçti dudaklarımdan. "Okul çıkışı benimle otoparkta buluş." Dediğinde, başımı olumlu anlamda salladım. Yüzümdeki bantları ve vücudumu süzdükten sonra arkasını döneceği sırada kolundan yakaladım.
"Bir de bana motor kullanmayı öğretmeni istiyorum."
🖤
YOU ARE READING
UYUYAN KABUS
Teen FictionRuhunuz üşüdüğünde, kalbinizi ısıtan o tatlı sözcüklere sıkı sıkıya sarılın. Bir daha asla onlara sahip olamayabilirsiniz. Tıpkı benim gibi. Bir hata yapmıştım. Derinlerde uyuyan kabuslarımı uyandırmış, kendi cehennemimden kaçamaz olmuştum. Faka...
26. CAMDAN KAPI
Start from the beginning
