-1-

220 17 16
                                    

"Askerlik anıları mı, bekar hayatı mı?"
"Bence kamp anılarını anlatacak."
"İddaya var mısın?"

Tam, Aybike o 'görücez Beril, görücez' bakışını atarken ingilizce hocası içeri girdi.

"Sıradaki?"
"Ben varım hocam."

Sınıftaki arkadaşlardan -aynı sınıfta olduğumuz için arkadaş sayıldığımız insan- tahtaya çıkıp ingilizce selam verdi. Bizde onun selamını aldık ve oturduk.
Her ingilizce dersinde olduğu gibi kitabım yanımda değildi ve Aybike'ye doğru baktım.

"Beril, o kitabı bir daha unutursan.."
"Seninkini benimle paylaşmayacaksın evet, evet."

Her ne kadar her seferinde böyle söylese de ertesi ders yine o kitap ortaya konulacaktı. Halbuki bu benim sorumsuzluğum değildi ki. İngilizce kitabımızın hikayesi çok eskiye dayanır, ona sonra döneceğim. Ne diyorduk? Ah, ingilizce dersi. Hoca telefonuna gömülmüştü. Acaba ne yapıyordu? Facebook? Twitter? İnstagram? Anlayamıyorum ki bu adamı. 35 kişi burada seni bekliyor. Yanlış anlaşılmasın, ders anlatması zaten beklenmedik bir durum. Biz onun anılarını seviyoruz. Askerlik, bekarlık, kamp, öğrencilik, ilk öğretmenlik yılları.. Onu bunu bilmem ama eğer sınavda kendi hayatından sorsa cevaplayamayacağım soru yok.

"Hangi sayfa?"

Hocanın sesiyle tüm sınıf kendine geldi. Begüm'ün 'şu sayfa' diyişini duyabiliyordum. Aybike de çok geçmeden o sayfayı bulmuş, internetten baktığı ödevi gözden geçirmeye başlamıştı. Bunu dediğimi duysa ne kızardı bana. "Tek tek çeviriyorum bu ödevi, sensin internetten bakılan." Bunu derdi, eminim. Aslında Beril'im. Haklısınız kötüydü. Aybike'yi bu konuda kötülemiyorum, zaten sınıfça internetten baktığımız ödevi uğraşıp yapan biri olmadığı için kimsenin hakkına girmemekle beraber derse de katılmış oluyorduk. Ki buna rağmen ödevle en çok uğraşan kişinin Begüm mü Aybike mi olduğu konusunda hala tereddütlerim var.

"Tabi sonra geldi bu da, dedi sen misin bu çocuğu kovan? Aklınca abisiyle gelmiş işte. Dedim ne fark eder? Her türlü dövmiycez mi sanki. Sonra tabi bizim arkadaşlar da arkada, çıkıp geldiler hemen. Bunun bi gözü korktu tabi..."

Ne ara başladı anlatmaya, ne ara konu geldi buraya, ben neden kaçırdım? Bu adam gerçekten işini iyi yapıyor... Aybike'ye döndüm;

"Olum ne anlatıyo yine bu? Konu buraya nasıl geldi?"
"Valla en son, Görkem; 'hocam dövüş sporlarıyla uğraşmışlığınız var mı' diye sordu. Sonrasını bende takip edemedim ama sanırım bi restoranttaki çırağın abisinden bahsediyor."

Görkem'e doğru baktım.
"Helal olsun sana koca yürekli çocuk."

Önüme döndüğümde güldüğünü düşündüren bir ses çıkardı ama emin değilim, hapşurma veya öksürücekken bi anda gitmesi de olabilir... Hoca hala konuşuyordu;

"Tabi sonra bunları biz bi güzel dövdük, ağız burun kırıldı. Görsen her yer kan böyle. Sonra polis mi çağırmışlar ne yapmışlarsa, birileri geldi işte. Dediler bunun sorumlusu kim. Tabi biz delikanlı adamız kavgadan kaçmayız. Dedim hemen benim. Ben dövdüm dedim. Sonra bi baktılar böyle, bizimle gelin falan.. Gittik işte. Karakolda bidaha sordular bu dövdüklerimize 'şikayetçi misiniz' diye. Tabi bunlar korkudan kafalarını salladılar. Nasıl dövdüysek artık, bilemiyorum.. Ee konu neydi? Hangi etkinlikte kaldık?"

Bu adam anlattıklarının yarısını bile yaşıyorsa saygı duyuyorum. Ama eğer yaşamıyorsa, işte o zaman o benim idolüm oluyor. Çünkü bir insanın bu kadar kısa sürede bu kadar güzel sallaması mümkün değil.

Zil mi çaldı?

Etrafıma baktığımda nuhun gemisine dolarcasına dışarı çıkan öğrencileri görüyordum. Evet zil çalmıştı. Her zamanki gibi yerimden kalkmayacaktım. Aybike yan sınıftaki arkadaşının yanına gidiyordu, bu konuya da sonra döneceğim. Ne diyorduk? Tenefüsler.. Olacak şey belliydi. Her tenefüs kapıda beliren iki hatun bugün ufak bir gecikmeyle yine kapıdaydı. Her zamanki gibi kalkmayacağımı bile bile beni çağırıyor ve bunu gerçekten umut ediyorlardı. Anlamıyorum ki, mucize falan mı bekliyorlar ya da gerçekten inanarak mı çağırıyorlar? Baktılar ki geleceğim yok, ikiside bana doğru ilerledi. Soğuk savaşı sezebiliyordum. Az sonra yapılacak fedakarlık ve ancak bir dosttan yenebilecek kazık benim günlük eğlencemdi.
Noluyo lan?
Ceren sıranın üstünden mi atladı?
Hayretler içinde bir yanımdaki Ceren'e, bir de karşımdaki Ezgi'ye baktım.

"Siz manyaksınız."

Her tenefüs, Aybike gidince boş kalan sıra için bir yarış olurdu. Genelde Ceren kapardı. Ezgi kaparsa da Ceren döve döve kaldırırdı zaten. Bunlar kim sorusuna gelirsek, ikisinide ayrı ayrı inceleyeceğimiz bu iki varlığı şöyle bir gözden geçirelim. Ezgi; grubun en büyüğü olup en küçük cüssesine sahip minnak kız. Genelde ruh hastası olduğunu düşünsem de, arada sırada takındığı sakin ve ciddi tavrını da bilirim. Aslında o kadar da ruh hastası değil ama bizim yanımızda sapıtıyor işte. 6. Sınıfta Bilim Sanat Merkezi'ne giderken tanışmıştık. Diğer hatuna gelirsek; Ceren. Grubun ortancası ve orta cüsseli olanı. Dövüş sanatlarında eğitim almamış olmasına rağmen bir bayandan görebileceğiniz en iyi tekme ve yumruk. Anlam veremediğimiz bir yapısı da var ki, her kim onun karnına dokunmaya çalışırsa iki büklüm oluyor. Anlayacağınız; tiki var.
Tabiki bunları daha sonra da ayrı ayrı inceleyeceğiz. Ha bu arada, grup dediysem aklınıza öyle okulun popi kız grubu falan gelmesin. Kendi halinde takılan üç kızız biz.
Üçüncü kim mi? Ben ben. Beril. Kendimi tanıtmayı sevmediğim için zamanla siz tanırsınız umarım... 

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 04, 2015 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

BERÖLWhere stories live. Discover now