72

167 22 3
                                    

Bir dahaki bölüm final olabilir...

Deli'den

Saat daha dokuz olmasına rağmen bayağı kalabalık olan spor salonuna girdiğimde gözlerim Gökay'ı aradı. Gergince çantamın zincirini avcumun içinde sıktım. Çok fazla insan vardı, çoğu erkekti.

"Çise?"

Tanıdık sesle irkildim, Gökay'ın kuzeni bana bakıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam adı Meriç'ti. Gökay'dan bile uzun olduğu için yüzüne tam anlamıyla bakabilmek adına başımı kaldırdım, kaba olduğumu düşünmemesi için tebessüm ederken "Merhaba." dedim kibarca.

"Merhaba." Sıcak, abimsi bir tavırla gülümsedi. "Gel, Gökay içeride."

Yürümeye başladığında takip ettim; dar, penceresi olmayan bir koridora girdik. Siyah kapılardan en sonuncusunun önünde durduğumuzda boş olan duvarlara bir sürü tablo asabileceğimizi düşünüyordum.

"Gökay? Giyindin mi?"

"Giyindim abi."

Sevgilimin sesini duyduğumda gerçek bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Erkeklerle dolu bir ortama girmemin gerginliği üzerimden uçup gider, yerini sımsıcak bir güvene bırakırken Meriç abi kapıyı açtı.

"Çise geldi."

Yapılı bedeni yüzünden gözükmüyor olmalıydım ki "Nerede?" dedi Gökay hızlıca. "Ben karşılayacaktım." Adım sesleri duydum, Meriç abinin arkasından çıkıp konuşmaya niyetlendim ama Gökay'ın kurduğu cümleler beni durdurdu.

"Geldiğini gördüysen niye yalnız bırakıyorsun abi? Erkek dolu burası, gerilmiştir."

Beni çok iyi tanıyordu. Tanıyor ve düşünüyordu. Daha fazla aşık olabilir miydim acaba?

"Yalnız bırakmadı." diye müdahale ettim. Meriç abi kenara çekildi; Gökay'ın yüzündeki sitemli, gergin ifade dağıldı. "Hoş geldin güzelliğim."

"Bize kız, sonra yüzünde güller açsın." Gökay Meriç abiye aldırmadı, bense mahçupça güldüm. O da güldü, "Ben sizi yalnız bırakayım." deyip Gökay'ın koluna iki kez vurduktan sonra yanımızdan ayrıldı.

"Gel bebeğim, kimse yok burada."

Bileğimden nazikçe tutup beni içeri çektiğinde gözlerim ıslak saçlarına takıldı. Aceleyle "Gökay!" dediğimde güldü, ses tonum ona tatlı gelmiş olmalıydı. "Efendim?"

"Saçlarını kurulayalım."

Buraya neden geldiğimi hatırlıyordum, Gökay'ın ses tonundan bir şeyler olduğunu anlamıştım ama şu an bunu konuşmayı erteliyordum.

Demir dolabın içinden gri bir saç havlusu çıkardıktan sonra küçük odanın duvarına bitiştirilmiş alçak, siyah, sırt kısmı olmayan koltuğa oturdu. Elinden havluyu aldım, bacaklarını açtığında oluşan boşlukta ayakta dururken saçlarını kurulamaya başladım.

Kahverengi, ıslak oldukları için koyulaşıp siyah gibi gözüken saçları yumuşacıktı. Beni rahatlatan o ferah, naneli kokusu parmaklarım saç tellerinin arasında her hareket ettiğinde daha da artıyordu.

"Saçlarını kurutmamandan hoşlanmıyorum." diye söylendiğimde ellerini belime yerleştirdi. "Öyle mi?" dediğinde ses tonundan belliydi beni ciddiye almadığı, geri çekildim. Çatık kaşlarımla yüzüne baktım. Başını omzuna yatırdı; hafifçe kıstığı elalarında beklemediğim bir burukluk vardı. Dudaklarım aşağı eğilirken "Böyle bakma." diye mırıldanıp saçlarını kurulamaya devam ettim.

"Nasıl bakmayayım?"

"Suçluymuşsun gibi."

Alayla güldü, belimdeki parmakları derimde tüy gibi durmaktan ziyade bir baskıya sebep oldu ama bu sıkılaşma çok kısa süreliydi, dikkatim başka bir yerde olsa fark bile etmezdim. "Değil miyim?"

Şoför | Yarı TextingWhere stories live. Discover now