kırmızı karanfiller

57 9 0
                                    

18 kasım 1940

beomgyu, ikinci dünya savaşının ortasında soğuk bir kış gününde tanışmıştı yeonjun ile.

beomgyu, yüzlerce ciltli bilgiyi barındıran uzun ve şık maun ağacı tahtası rafların yanından geçti. adımları neredeyse çorak duvarlarda yankılandı, topuğunun her tıkırtısını kulağında işitti.

artık hiç kimse savaş başladığından beri kütüphaneyi bu kadar sık ziyaret etmiyordu.

beomgyu, koridorun sonunda çocuk kitapları için ayrılmış bölüme ilerledi. derin bir nefes aldı, yıpranmış kağıdın rahatlatıcı kokusunu ve çimen kokusuna yakın bir koku almıştı, vücudundaki ağrıyan kasları yatıştırırken burnunu dolduruyordu bu koku, gerginlik kemiklerini terk ediyordu.

artık insanların neden buraya gitmediğini anlayamıyordu.

elbette, insanlar bu iğrenç zamanda kendi kendilerine başa çıkma yollarını buldular. oğullarının, kendi topraklarının dışında bombalanmasını unutmak için sokak köşelerinde viski şişelerini kafasına diken adamlar görmüştü.

kocaları üzüntülerini içerken, birbirlerine moral olmak adına evlerinde kendilerince takılan kadınları fark etmemiş gibi yapıyor. sokaklarda koşan çocukları izliyordu, etraflarındaki her şeyden mutlu bir şekilde habersizler.

herkesin kendine göre savaşı atlatma yolu vardı.

beomgyu'nun ilk başta bir tane yoktu. savaş başladıktan bir buçuk yıl sonra, kendini evinde tutuyor, kelimeleri ezberleyene kadar aynı yıpranmış kitapları okuyordu. ancak Erenest Hemingway'in 'Farewell To Arms'ını defalarca okumanın mide bulandırıcı olduğuna karar verince gününü böyle geçirmekten vazgeçti.

böylece, paltolarından birini giyip, soğuk sonbahar rüzgarlarına kendini hazırladı ve çürüyen dünyaya tekrar girdi.

kütüphane ev gibi bir yerdi, büyüklüğü neredeyse ilginçti. içinde ikamet ettiği güvenli kasabanın dışında yapılan tüm iğrençliklerden sonra bile, herkesin içinde rahat edebileceği şekilde dimdik ve misafirperver bir şekilde yerinde duruyordu.

sonunda kütüphanenin daha şiirsel ve çeşitli bölümüne giden yolu inceledi. kapatılmıştı ve diğer bölümlerden uzaktı - bu sadece on ila on iki kitap tutan yüksek bir raftı.

beomgyu yüksek rafa baktı, onun ulaşabileceğinden daha uzundu.

gözünü kestirdiği kitabın pembe, altın rengi vurgular ile donatılmış bir kapağı vardı. başlık, anlayamadığı bir yabancı dildi ancak bu ilgisini daha çok çekmişti. şimdiye kadar gördüğü en garip kitaptı, daha önce görmediği türde olması kitabı okuma isteğini alevlemişti.

orada durdu, biraz sinirlendi- hayal kırıklığına uğradı. ağır bir nefes dudaklarından kaçtı hemen peşinden.

orada duruyor, sanki dünyayı lanetlemiş gibi üst rafa bakıyordu. parmak uçlarından inip oradan ayrılmadan önce bir ses duydu.

"o rafta bir şeye ihtiyacın var mı?"

beomgyu kafasını o kadar hızlı çevirmişti ki boynunu kırmadığına şükretmişti. çorak kütüphanedeki ani ses, onu ürkütmeye yetti, gözleri sesin kaynağına doğru parlarken omurgasından aşağı titremeler hissetti.

"hey-" kalın yünlü bir ceket giyen kahverengi saçlı bir adam söyledi. yüzünde sürpriz bir bakış oluşurken sahte teslimiyet içinde ellerini kaldırdı. "korkuttuysam üzgünüm"

beomgyu bir elinde kitap tutan yabancıya bakmaya devam etti. gözlerini devirip kütüphanenin çıkışına doğru yürüyüşüne devam etti.

"o raf ile aranızda kan davası var gibi görünüyordun." yabancı oğlan yine söyledi. beomgyu o anda ondan resmen nefret ettiğine karar verdi. nefret etmesinin arkasındaki birinci sebep kütüphanenin sessiz ambiyansını mahvetmesi, ikincisi ise boyunun uzunluğu hakkında gizliden gönderme yaptığı için.

dorothea, yeongyuWhere stories live. Discover now