Çiçek.

98 9 30
                                    

Bundan sonraki bölümlerde Hoseok'un ağzından olacak bazı yerler.

Akşam gölden hızlı ve bir o kadar da gizli olmaya çalışarak Saray'a dönmüştük. Yoongi'ye hissettiğim duyguların bir tanımı yoktu, tanıyamıyordum duygularımı. Derin bir nefes alarak önümde dönüp duran Prensime baktım, ben de en az onun kadar telaşlıyken onun sevişmemizi suç bulması gururuma dokunuyordu. Bir sürtük demediği kalmıştı gece boyunca.

Sabah saatlerine kadar odada dönüp durmuş ben de onu izlemiştim sadece. "Hoseok birisi gördüyse ne yapacağız? Neden durdurmadın beni!" beni becermesi için çok mu hevesliydim sanki ben? Sadece kurduma yenik düşmüştüm.. "Prensim birisi görmediyse bile biraz daha bağırırsanız herkes buraya gelecek. Ben de en az sizin kadar utanıyorum bu duruma." utandığımı söyledikten sonra tedirgin yüz ifadesi yok olmuş, onun yerine kırgın bir yüz almıştı yerini. Kırılmış mıydı? Ne saçmalıyor Tanrı aşkına bu adam? Utandığını söyleyen oydu!

"Bu yaptığımızdan utandın mı?" göz devirdim, cidden kafayı mı yemişti bu adam? Yoksa ben mi yanlış düşünüyordum? Valla ben yanlış düşünüyordum. Hayır yani, utandım diyen sensin? Ben ne yapabilirim ki? Utanmadım diyip boynuna mı atlasaydım acaba? Sonunda kendimi toparlayıp kendi kendime düşündüğüm şeylere hafifçe güldüm. Ardından bu sefer kendimden emin bir şekilde kalçamın yapıştığı yataktan kalktım. Madem konuşarak bir yere varamayacağız, o halde ikimizinde duygularından emin olması lazımdı.

Önümdeki süt beyazı tene yaklaştım, ellerimi gömleğinin yakasına koydum. "Bu yaptığımıza dair bir utanma beslemiyorum, lakin siz besli-" lafımın yarıda kesilmesinin sebebi kalın dudaklarımda hissettiğim ince dudaklar olmuştu. Belki yaptığımızdan pişman olacaktık fakat; şu an bu ne benim umurumda, ne de onun umurundaydı. İkimizde dudaklarımızın tadına varma fırsatı bulmuşken bu fırsatı elimizle tepmeyecektik. Tuttuğum yakadaki ellerimi kaslı göğüslerine indirdim.

Dudaklarımızı ayırmaya niyetimiz yokken aniden kapı açılmıştı, bunu fark etme sebebim Yoongi'nin beni geriye ittirip sırtımın duvarla buluşmasını sağlaması olmuştu. Kapı açıktı, ve gelen kişinin bizi öpüşürken gördüğüne adım gibi emindim. Bu kişi Jin'di. Telaştan vücudum yanarken Yoongi benim aksime daha sakindi. Sanki Jin'in bunu bildiğini biliyordu. Aptal kafam, tabii ki biliyorlardı. "Aşıklar, ateşinize su döktüğüm için üzgünüm. Ama kapıda biri var, Henry mi neymiş adı. Hoseok sen-" Henry adını duymam yetmişti benim için. Odadan koşarak çıkmış, alt kata büyük kapının oraya inmiştim.

Neredeyse herkes oradaydı, onların arasından geçip Henry'nin yanına doğru daha hızlı koştum, sonunda hasret kaldığım insanı görebilecektim.

Henry'e sıkıca sarıldım, oda bana sarıldığında gülümseyerek ona en içten kıkırdamamı sundum. Hoşuna gitmiş olacak ki saçımı uzun uzun eliyle sevmişti. "Özledin mi abini minik?" gülen sesiyle sorduğu soruya büyük bir sevinçle evet demiştim.

Arkamızdan tanıdık bir ses duyunca Henry'den ayrılıp, arkamızda duran Yoongi'ye döndüm, "Jung, kim bu?" tam konuşacağım sırada Henry benden önce davranıp kendini tanıtmıştı. "Prensim ben Henry, Hoseok'un en yakın arkadaşıyım." Yoongi gözlerinden alev çıkar gibi bizi izliyordu. Jin'in bakışlarını üstümde hissedince iyice sıçtığımızı anlamıştım.

Etrafta köylüler vardı, onlarda dağılmıştı. Yoongi kolumdan tutup beni kendine çekince dudakları sinirle yana doğru kıvrılmıştı. Henry şaşkınca onu izlerken, ben de aynı şaşkınlıkla Yoongi'ye bakıyordum, "Memnun olmadım Henry." Jin yanıma gelmişti ikili hararetli bir sohbetteyken. Koluma sarılıp beni çekmişti. Bu nedir yahu? Oyuncak gibi elden ele gidiyorum kaç saattir. "Prensim?" demiştim kısık bir sesle. "Şu Henry denen çocukla çok takılma, Hyung gebertir onu." Henry'e kısaca bakıp dudaklarımı büzdüm, "Ama Prensim.."

Mahcup çıkan sesim onuda üzmüş olacak ki kısa süreliğine oda Henry'e bakmıştı. Kızıl ve dalgalı saçları vardı. Çene yapısı ovalimsiyken küçük gözler ona eşlik ediyordu. İnce dudakları, gülümsediğinde ortaya çıkan gamzelerle süsleniyordu. "Sen yine de çok yakın durma bu çocuğa Hoseok, Prens tavsiyesi." Jin gülümseyerek yanağımı sıkmış ve yanımdan uzaklaşmıştı. O yanımdan giderken ben de Yoongilerin yanına dönmüştüm. "Efendim anlaştınız mı?" sorduğum soruyu ikisi de umursamamış olacak ki birbirlerine hâlâ öldürücü bakışlar atıyorlardı.

İkisini de ayırmam uzun sürse de sonucunda kimse zarar görmemişti.

Henry ile çiçeklerin orda dolaşırken arkadan Kraliçe Freze'nin sesini duymuştum, bana çağırıyordu. "Henry ben geliyorum hemen." diyerek yanından ayrılmış Kraliçe Freze'nin yanında durunca kısaca eğilmiş ardından tekrar ona bakmıştım doğrularak, "Buyrun Kraliçem bir isteğiniz mi vardı?" Kraliçe gülmüş ve bir elini omzuma koymuştu, "Hoseok bu Saray'da Yoongi dışında kimse senden bir şey isteyemez."

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı anladım şeklinde salladım, tam tekrar konuşacağı sırada arkadan bir çığlık sesi kopmuş ardından gür bir ses duyulmuştu.

"Sen ne hakla Hoseok'un bakmaya bile kıyamadığı çiçeklere dokunursun lan!?"

Arkamıza dönüp baktığımızda bu Yoongi ve Henry'di. Henry yerde yatıyor, Yoongi ise Henry'nin kopardığı beyaz gülü elinde dikkatle tutarak yerde yatan bedenin bacaklarına oturmuş bir şekilde daha demin yumruk attığını düşündüğümüz eliyle yakasını tutuyordu sıkıca. Henry zar zor konuşarak özür dilerken aklım elinde tuttuğu çiçeğe kaymıştı. Yoongi çiçekleri sevmezdi ama şimdi benim için çiçeğe dokunan çocuğa hesap soruyordu.

Yoongi beni seviyor muydu? Sevmediği şeyleri benim için koruyacak kadar hemde?

Işığın Karanlığı. | Yoonseok.Where stories live. Discover now