korktuğum gibi, yani aşırı ciddi ve memnuniyetsiz tipler çıkmamışlardı.. rahatlamaya nefesimi dışarı verdim. yolun devamında tighnari'nin ustaca hamleleriyle bir sohbet dönmeye başlamış ve ilk anın buzları kırılmıştı. en iyi bildiği şeyden, yollardan ve ormandan bahsetti, ben de açtığı kapıyı kullanıp evime yürüdüğümüzü söyledim.

biraz sonra "kamisato ayaka'yı da görmeyi beklemiştim," diye itiraf ettim.

abisi "onu yolda lumine devraldı," derken tüm nezaketiyle kafasını bana çevirip gülümsedi. benden uzun gibi hissettiriyordu ama öyle olmadığından emindim.

evin önüne geldiğimizde tighnari bir kez daha misafirlerle el sıkışıp vedalaştı. minnettar bakışlarımla ona bir teşekkür fısıldamayı ihmal etmemiştim.

kapıyı hafif mahçup bir tavırla açıp girmeleri için kenara çekildim. alanı küçük bulmalarından çekinmiştim ama hiçbir tepki vermeden ayakkabılarını çıkardılar.

thoma elindeki valizi içeri sokarken yardım etmek için atıldım. yüzündeki sevecen ifadesiyle ve güven veren tavrıyla, "ben hallettim," dedi. valizi pek de zorlanmadan tek hamlede içeri atıverdi. neden ayato'nun yanında olduğunu anlamıştım sanırım..

"odanızı göstereyim." üstümdeki garip, acemilikten kaynaklanan telaşımı fark ettiklerinden emindim. çünkü beni rahatlatmak için anlayışlı ve sakin kalıyor, neredeyse onlar ev sahibiymiş gibi davranıyorlar..

"ne odası tam olarak?"

ha?

işte bunu asla tahmin etmemiş, daha doğrusu ihtimal vermemiştim. kanım donmuş şekilde döndüm, hayatımda terk edildiğimde bile böylesine dumur olmamıştım. gitti sandığım haitham odasından çıkmış, tartışmaya hazır hâlde ters ters bana bakarak dikiliyordu.

"burada ne işin var?"

iğneleyici bir şey söylemek istememiştim ama şaşkınlığım yüzünden kelimelerime de dikkat etmemiştim. haithamsa tam da ondan beklediğim şekilde hakaret etmişim gibi bir tepki vermişti.

"kendi evimde ne işim olduğunu mu soruyorsun? odamda uzanıyordum? asıl bunların ne işi var?"

gözlerim dehşet içinde büyüdü. bu olay devam ederse uluslararası bir rezillik olacaktı. "kusura bakmayın lütfen," diye ayatolara döndüm ve neden yaptığımı bilmeden önlerinde eğildim. bu çok kötüydü, çok kötüydü.. "arkadaşım evi boşaltacak diye anlaşmıştık, siz yerleşin, ben hemen hallediyorum."

haitham'ın başka bir şey söylemesine izin vermeden kolundan tutup odama teptim. yaşadığım utançtan ve sinirden yüzüm kıpkırmızıydı. "hani gidiyordun sen? benimle alay mı ediyorsun? bir öylesin bir böyle." sesim odadan çıkmasın diye dişlerimin arasından hırlayarak konuşuyordum.. haitham'sa bunu pek önemsemiyor olacak "yatağımı yapmışsın, sağ ol," diye gürledi. bağırmıyordu ama sesi yeterince tok ve anlaşılırdı.

sinirle ağzına resmen saldırıp kapattım, çok hırslanmış gibi duruyordu. elimden agresif bir hareketle kurtuldu, tekrar saldırmayacağımdan emin olmak için beni itmek yerine tutup olduğum yere sabitledi.

yine de mesajı almıştı. sesini alçaltıp beni taklit ederek "girmişken dolapları açma zahmetinde bulunsan valizlerimi de görürdün," diye hırladı. "evden çıkmaktan vazgeçtim kaveh, şimdi tıpış tıpış içeri dönüp o çocukları odamdan postala bakalım."

"öyle bir şey olmuyor. beni nasıl bir durumda bıraktığından haberin var mı senin?"

"iki gün rahat dursaydın kaveh, bu kadar can atacağını nereden tahmin edebilirdim?"

"hah, neye can atıyormuşum?"

ağzını hırsla açsa da bir şey söyleyemeden geri kapattı. "ben de öyle düşünmüştüm," dedim, neredeyse nefretle. ne yaptıysa kendi yapmıştı, kararlarının sonuçlarını şu an benim üstüme yıkamazdı.

"onlar kim?" dedi omuzlarımı bırakarak. yenilgiyi kabullenmiş, bu da onu sakinleştirmişti.

"şimdilik misafirlerim, kalan kısmı seni ilgilendirmiyor. önemli insanlar ve inazumadan geliyorlar, bu yüzden beni daha fazla rezil etme."

"işi eve taşımaya bayıldığını biliyordum ama bu kadarı beni bile şaşırttı." iğnelemeye çalışıyor gibi görünüyordu, ama ben onu bundan çok daha iyi tanıyordum. hafifçe kaçırdığı gözleri, gergince düzleşen dudakları ve kaçamak yutkunuşu.. ağzımdan laf almaya çalışıyordu. geri dönmeye karar vermişti ve buna tepkimin bambaşka olacağını hayâl etmişti. içten içe geç kalmış olmaktan mı korkuyordu yoksa?

o an onun için endişelenesim de, empati kurasım da gelmedi. beni içine attığı çamur, ben içinde debelenirken sorun değilse ona sıçrayınca neden sorun olsun?

"iş olduğunu kim söyledi?" dedim arkamı dönerken, "özel hayatım." keşke arkamı bu kadar erken dönmeyip yüz ifadesini görebilseydim, ama refleksler işte. "izninle."

başka bir şey demeden kapıyı açıp çıktım. aslında buna devam etmeyi gerçekten isterdim, garip bir zevk vermişti.. ama misafirlerime gerçekten ayıp olduğunu düşünüyordum ve telafi etmem gerekiyordu.

haitham'ı odamda bırakıp onun odasına giderken, aklımda şimşek gibi çakan düşünceye kendi kendime deli gibi güldüm. haitham bir süre daha odamdan çıkamayacak gibiydi, ayato'yla koyun koyuna yatacak hâli yoktu ya.

leş gibi olduğunun farkındayım, son zamanlarda kafamı toparlayıp cümle kuramıyorum

gerçekten üzgünüm :/

broken home | haikavehWhere stories live. Discover now