5

144 23 52
                                    

nefes alamayarak uyandım. karanlık, soğuk, yalnız.. gözümü açtığım an zihnimde beliren kelimeler bunlardı. bir an için şaşkın şaşkın nefeslerime odaklandım, sonra bacaklarıma dolanmış örtüden kurtulduğum gibi kalkıp masa lambamı yaktım.

uzun zamandır kabus görmüyordum, babamın ölümünü atlattığımdan beri. kollarım kendime dolanırken üstümdeki ince tişörle neden üşüdüğümü anlayamadım. çünkü yaz havasıydı, çıplak yattığım bile oluyordu.

anlaşılan üşümek her zaman fiziksel bir his değildi. dik tutamadığım bedenim ve ense kökümü acıtacak kadar eğdiğim kafamla yatağımın ucuna oturdum. ben şimdi ne yapacaktım?

ne yapacaktım?

gördüğüm kabusta haitham beni gömüyordu. ben çırpınıp bağırmaya çalışıyordum ama o ne yaparsam yapayım, öldüğümü düşünüyor ve bir tepki vermiyordu.

hah, uyanıkken yaşadıklarıma oldukça benzerdi aslında. hiçbir zaman yaratıcı rüyalarım olmamıştı zaten, ne yaşarsam ya da ne düşünürsem rüyamda da onu görürdüm.

ellerimi yüzüme kapattım. tüylerim diken diken olmuştu ve artık kendi ağlamalarımdan sıkıldığım için dudaklarımı ısırıyordum. belki kalkıp biraz su falan içersem aklım dağılırdı ve yeniden uyuyabilirdim. bu düşünceyle kalkıp mutfağa yol aldım.

eve gelince yemek yemiştim, sonra hiçbir şeyle uğraşmadan direkt girip yatmıştım. hatta hava yeni yeni kararıyordu ve ben yıllar sonra ilk kez böyle bir zamanda uyumuştum. kabul etmek gerekirse gerçekten iyi gelmişti. fiziksel açıdan toparlamıştım, belki de hâlâ hızlı olan kalp atışlarımın etkisiydi, ama daha dinç hissediyordum.

içimdeki isyankâr taraf "keşke fiziksel açıdan çökmüş ama mutlu bir adam olsaydın," dedi tüm memnuniyetsizliğiyle. onu duymazdan gelip lambayı es geçtim ve doğrudan bardakların olduğu dolaba uzandım. haitham'dan sonra evde lamba yakmaz olmuştum, galiba kendimce varlığını hissetmeye çalışıyordum.

benimle birlikte bir el daha uzanıyordu sanki? tam aklımdan geçerken, ne zaman geçmiyorsa, haitham'ın arkamdaki varlığıyla yerimden sıçradım. dibime kadar sokulmuştu ve ben fark etmemiştim bile. aniden titremeye başlayan elimle düşürüp kırarım diye bardağı alel acele tezgaha koydum. sanırım buraya kadardı.. delirmiştim. rüya içinde rüya mıydı yoksa?

haitham sanki kaçacakmışım gibi bedenimi tezgâhla arasına sıkıştırmış, yüzümün biraz ötesinde beni inceliyordu. kaşlarımı ne olduğunu anlamaya çalışarak çattım, elimi yavaşça uzatıp parmaklarımla çenesine dokundum.

dokunduğum an o da beklemeden kaşlarını çatarak "iyi misin?" diye sordu. sesine bakılırsa uykudan yeni uyanmamıştı. saat kaçtı ki?

"iyiyim," derken elimi ateşe değmiş gibi hızla çektim. "seni gördüğüme şaşırdım sadece."

"geldiğimde uyuyordun."

ses tonundaki şüphe, gözlerindeki o minik endişe parıltıları.. kendini benden saklamaya çalışıyordu ama ben anlıyordum. her zamanki gibi davranmıyordum, o da parçaları kafasında birleştiriyor ve benim iyi olmadığım sonucuna varıyordu. pek haksız sayılmazdı da, neyse.

anlamıştım, sorduğunda bir şey söylemeyip "iyiyim," diyip durmam onu deli ediyordu ama ayrılmak istediği için geri adım atıp da benimle uğraşamıyordu. şimdi de uyuyacağımı söylerip kaçarım diye korkmuştu, beni sıkıştırıyordu. oysa bu mesafeyi isteyen o değil miydi? artık hayatıma dahil değildi işte, bilmesine gerek yoktu.

ahh, haitham.. için içini yiyor, değil mi? bana neler olduğunu bilmek için can atıyorsun.

şimdi bunu lehime kullansam.. savaşta her şey mübahtı ve ben de bir ölüm kalım savaşında gibiydim, bu yüzden her yolu denemeliydim. hazır eve girmişken onu ne yapıp edip evde tutmam lazımdı, yoksa gidecekti ve her şey bitecekti.

kolumla nazikçe göğsünden iterek mesafeyi açtım. "eşyalarını mı topluyordun?"

isteğime uyarak geriye adımladı. ben bardağımı doldururken "evet," dedi kafası karışmış hâlde. umursamaz tavrım gücüne gitmiş olmalıydı.

"anladım." çeşmeyi kapattım. araya başka şeyler sokuşturuyordum çünkü ona odaklanırsam yanlış bir şey yapmaktan korkuyordum. tezgahtan destek alarak suyumu sakin sakin içtim. hâlâ burada dikilmesi benimle detayları konuşmak istediği anlamına geliyordu. o lafa giremeden bu kez de ben ağzına teptim. "bende de birkaç eşyan vardı," dedim usulca. "getireyim."

alçalan sesiyle "önemli değil," dedi, "kalabilirler."

"niye kalsınlar?"

dönüp mutfaktan çıkmadan önce ne öfkeyle, ne farklı iğneleyici bir duyguyla söylemiştim. kendi zehrinden tadıyordu. gitmeye çalıştığı için, içten içe ihanete uğramış hissediyordum ama biliyordum ki tam şu an o da aynısını hissediyordu.

gece lambam hâlâ yanıyordu. ondan giyip dolabıma koyduğum kıyafetleri, gittiğimiz yerlerden aldığı küçük şeyleri, bana ödünç verdiği kalem ve defterlerini, rafımda duran en sevdiği kitabı.. her şeyi toplamaya başladım.

içimden "rahatla kaveh," diye kendimi teskin ediyordum. "onu biraz olsun tanıyorsan gitmeyecek, sakince toplamaya devam et."

beklediğim gibi gelip kapımın ağzında, omzunu eşiğe dayadı ve kollarını göğsünde bağladı. duruşunu bile tahmin etmiş olmama kıs kıs güldüm. üzüntü ve çaresizlik içinde boğulmaktansa böylesi daha iyiydi.

"her şeyi benim almam gerekmiyor," dedi huysuzca. "taşımak için birkaç kez gelmem gerekecek yoksa."

"sorun değil," dedim. "yangından mal kaçırır gibi toplanan sensin, benim için gelip gitmen sorun değil. hatta istersen evde olmadığım zamanları sana yazarım."

ters ters "gerek yok," diye cevapladı. "zaten ne zaman evdesin ki?"

"ha.." dedim masumca, "aslında bi süre öyleyim."

şaşkınlıktan düşünmeden "neden?" diye sordu. yere eğilmiş hâldeydim, omzumun üstünden dönüp o gece bana attığı "senin ne haddine?" bakışını yapmaya çalıştım. ben iki kaşımı birden kaldırmıştım, ama o mesajı almıştı. hiçbir şey demeden dönüp öfkeyle odasına gitti.

biraz duygularını yaşamasını bekleyecektim. sonra ne yapacaktım gerçi henüz ben de bilmiyordum ama.. kendimi duvara falan mı çarpsaydım? şakaydı, tabii ki böyle bir şey yapmayacaktım. onu fiziksel konularda tehdit ederek sömürüp yanımda tutma fikri çok alçakçaydı.

bunları düşünürken o kadar dalmıştım ki yerden kalkarken kafamı son hız dolabın köşesine geçirdim. ufak bir iniltiden sonra ses çıkarmamak için yumruğumu ağzıma kapamıştım. az önce aklımdan geçenler için tanrıdan yıldırım hızıyla inen bir ceza gibiydi bu.

acıdan yaşaran gözlerimle kafamı tutup yere oturdum. çok salak hissetmiştim, kendi oyunum dönüp beni vuruyodu. haitham'ın fark etmeyişiyse içimi rahatlatmıştı.

tam o an rahatsız olmuş tavrıyla "ses duydum?" diye geldi. beni yerde görünce her şeyi unutmuş, hızla gelip yanıma çökmüştü. "kaveh, iyi misin?"

son zamanlarda bunu ne kadar çok soruyordu. konuşursam sesim ağlamaklı çıkacaktı, bu yüzden sadece kafamı aşağı yukarı salladım. iyi olmadığımı itiraf etseydim dönüp gidecekti sanki. mutfaktayken farkına vardığım gibi, içi içini yerken gözü benim üstümde kalmaya devam ediyordu.

elimi nazikçe kafamdan çekmiş, vurduğum yere bakmaya uğraşıyordu. acıyı kendi çekiyormuşçasına "biraz kanıyor," dedi, "delinmiş gibi."

güçsüzlüğümü saklamadan "uyusak olur mu?" diye mırıldandım. bunu uyuyakalmış gibi yaparak atlatacaktım ama, bu şekilde gelişmişti işte. "sabah toparlansan?"

biraz duraksayıp ellerini benden çekti. sonra kalktı ve "olur," diye kabul etti. "uyu sen, sabah konuşalım."

"teşekkürler.." ellerim yerde, kafam önüme eğilmiş çıkmasını bekliyordum. bir süre kararsızlıkla dikildi, adeta kendiyle savaşıyordu.

ama içindeki savaşı yine kazanamamıştım. sessizce iyi geceler diledi ve benim mırıldanan cevabımı duymadan çıkıp gitti.

broken home | haikavehWhere stories live. Discover now