26.Bölüm : Güzel Kızım

18 4 3
                                    

"Ne yaptın kendine?" diye sorduğunda neyden bahsettiğini anlamayarak uzaklaştım. "Ne yapmışım?" diye sordum. Bileğimden tutup açılan kollarımı gösterdi. "Sara, ne yaptın?" diye yeniledi sorusunu. 

Ne diyebilirdim bilmiyorum. Sustum ve bir şey demedim. O da gözlerini kollarımdan ayırmadı. Parmak uçları ile kollarıma dokunuyordu, nazikçe. "Sadece kolların mı bu halde?" diye sordu gözlerini kollarımdan ayırmayarak. Buna da cevap veremezdim. Ne diyebilirdim ki? Belimi görsen ne hale geldiğini aklın almaz mı diyeyim?

"Acıyorlar mı?" diye sordu kafasını kaldırarak. Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı. "Acımıyorlar." dedim. Yalan söyledim. Her bir dokunuşu o kadar acıtıyordu ki...

"Acıyorlar. Yalan söylüyorsun. Yalan söylediğini biliyorum. Şu an canın yanıyor ve ben buna engel olamıyorum." dediğinde şaşırmadım değil. Beni tanıyordu, hem de çok iyi tanıyordu. "Eğer sabah adam gibi gitmene engel olsaydım... bunlar olmazdı. Canın yanmazdı." diye devam etti. Sustum, bir şey diyemedim. "Bundan sonra sana yemin ederim ki ne zaman bana ihtiyacın olduğunu söylersen o an yanına geleceğim. İki elim kanda olur, bir bacağım mezarda ama yine de seni bir başına bırakmayacağım." dedi.

Gözlerimden yaşlar süzülürken sıkıca sarıldım. "Sana inanıyorum Mert Doğan, gün gelirde sana ihtiyacım olursa yanımda olacaksın ve beni kollarının arasına alıp koruyacaksın." dedim fısıltılı bir sesle. Hafifçe geri çekildim ve Mert'in yüzüne doğru yaklaştım. Hafifçe dudaklarından öptüm ve "İkimiz de hazır olana kadar bu yeterli olur mu?" diye sordum. Kafasını iki yana salladı ve dudaklarını biraz daha sert bir şekilde dudaklarımla buluşturdu.

Mert yavaşça dudaklarını uzaklaştırırken utanarak kafamı göğsüne doğru koydum. O sırada kapıdan sesler gelmeye başladı. Anahtar deliğine anahtarı sokamama sesleri... Oğuz olduğuna yemin bile edebilirim. Mertten biraz uzaklaşarak içeri girmelerini bekledim. "Abi hadi aç kapıyı ya. Kollarım koptu." diye bir ses yükseldi kapının önünden. "Öyle deme abicim. Ya içeride bir şey yapıyorlarsa." dediğini duydum Oğuzun. Kapıyı en sonunda aralarken "Giriyoruz haberiniz olsun!" diye bağırdı Oğuz. "Hadi abi hadi. Valla bittim ya." diye içeri girdi Kaan.

"Bir dahakine Oğuzu yanımıza almayalım ya. Çocuk gibi davranıyor, bıktım valla." diye söylenerek elindeki poşetleri tezgahın üzerine bıraktı. "Oha abi saat kaç olmuş ya. Oğuz cidden senin yüzünden bu kadar uzun sürdü. Yoksa beş dakikalık işti." diye söylendi Talya. "Tamam ya ne abarttınız. Bir daha sizinle konuşmayacağım. Hıh!" diyerek trip atmaya başladı Oğuz.

Onlar dinlenmek için salona gelirken "İnci gelmeyecek. İsterseniz uyuyalım mı?" diye sordum. Herkes kabul edince odalara dağıldık. Yatağa geçip biraz uyumaya çalışmıştım ama ya kabus görerek uyandım ya da uyuyamadım. Sağa sola dönerken kapım tıklandı. Hafifçe kapı aralanırken Mert'in yüzünü zar zor seçebiliyordum karanlıkta. "Uyudun mu?" diye sorarak içeri girdi. "Sürekli kabus görüyorum. Uyuyamadım o yüzden." dediğimde yanıma doğru geldi ve yatağa oturdu. 

"Sen uyuyana kadar yanında kalayım. Uyuduğundan emin olduğumda giderim." dedi. İtiraz edecektim ki "Bu bir soru değildi Sara Akkoç. Sen uyuyana kadar yanında kalacağım." dedi ve yanıma doğru uzandı. Tam olarak yatmamıştı. Oturur pozisyonda yatağın içindeydi. Saçlarımla oynuyordu. O başımı okşamaya devam ederken yavaşça uykuya daldım.

Gece boyunca hiç uyanmamıştım bir daha. Sabah uyandığımda Mert yanımda değildi. Yataktan kalkıp salona doğru gittim. Henüz kimse uyanmamıştı. Saat daha sekizdi. Tekrar odama döndüm ve yatağın içine girip telefonu elime aldım. İnciden mesaj vardı. "Sabah dokuz gibi hazır ol. Seni almaya geleceğim." yazmıştı. Daha hiç yüz yüze gelmemiştik ama samimi davranıyordu. 

"Nereye gideceğiz?" diye sordum. Anında geri yazdı. "Babanın yanına gideceğiz. Dün babanla görüştüm. Bugün onun yanına gideceğiz tekrar konuşmamız gereken şeyler var. Hazır mısın sen?" dedi. Dün babamla konuşmak için mi gelmemişti yanıma? Sorusuna cevap verip hazırlanmak için yeniden yataktan kalktım. 

Dolabımdan bir tişört bir pantolon ve hırka aldıktan sonra üzerimi değiştim. Kahvaltı yapmaya mutfağa giderken Kaan'da odasından çıkıyordu. "Nereye?" diye sordu. "İnci erkenden yazmış. Seni almaya geleceğim diye. Babamın yanına gideceğiz. Kahvaltı yapıp çıkacağım. Diğerlerine haber verirsin." dediğimde kafasını salladı ve benimle beraber içeriye geçti. Ben mutfakta bir kahve bir tost hazırlarken Kaan da televizyonu açıp bakınmaya başladı.

Tüm haber kanallarında "Son aylarda artan cinayetler halk arasında paniğe sebep oluyor. Son bir ayda tecavüzden yargılanan ve serbest bırakılan tam yedi zanlı cinsel organları, elleri kesilmiş olarak ölü bulundu. Seri katil olma ihtimali giderek artıyor."  diyorlardı. Şu son zamanlarda giderek artmıştı cidden. Tabii ki bunun için üzülmüyorum. Tersine eğer katilleri ile tanışırsam tebrik edeceğim. 

Yavaş yavaş kahvaltımı yaparken saate baktığımda çıkma vaktimin çoktan geçtiğini fark ettim. Hızlıca elimdekileri mutfağa bırakarak aşağı indim. Ben binadan çıkarken bir araba yaklaştı. Siyah ve oldukça lüks bir araçtı. Araç durdu ve içerisinden oldukça güzel, bakır saçlı bir kadın indi. "Selam Sara." dedi yanıma gelirken. Ve işte karşımda İnci Karay. 

"Merhaba İnci Hanım." dediğimde yüzünü buruşturdu. "Lütfen sadece İnci de. Hanım biraz fazla resmi geliyor bana." dedi gülümseyerek. Kafamı salladım ve arabaya geçtik. 

Neredeyse bir saatin sonunda babamın evine gelmiştik. Babam bizi kapıda karşılamıştı. Arabadan inip yanına doğru gittik. Bana sıkıca sarıldı ve İnci'yle de selamlaştı. "Diğer avukatlar içeride bizi bekliyorlar. Geçelim isterseniz?" dedi ve içeriye doğru geçtik. Üst kata, babamın çalışma odasına geçtik. İçeride beş avukat bizi bekliyordu.

Buraları geçeceğim çünkü aşırı sıkıcı geçen birkaç saatti. Kazanacağımızı bildiğimiz bir dava için bir sürü şey planlandı. Eğer adam serbest bırakılırsa onun için daha kötü olacak bir son vardı. En iyi seçenek hapiste olmasıydı. En azından yaşadığı seçenek buydu. 

Avukatlar odadan çıkmıştı ve babam, İnci, ben odada yalnız kalmıştık. "İnci kızım, işinde iyi olduğunu çok belli ediyorsun. İstersen sen çalıştığın yeri bırak gel benimle beraber çalış." dedi şakayla karışık. "Kızlar benim işim var eğer bir gelişme olursa bana haber verin." dedi babam odadan çıkarken.

"Baban samimi adam." dedi İnci. "Yani, evet..." dedim. "İstersen biraz oturalım burada? Kahve falan içeriz." diye teklif sundum. "Biliyor musun kahve çok iyi olur. Sabahtan beri kahve içmedim." dediğinde gülümsedim ve beraber alt kata, salona indik.

Evdeki ablaya bize kahve hazırlamasını rica edip yeniden İncinin yanına geçtim. "Baban ne zaman başladı bu mafya işlerine?" diye sordu. "Emin değilim ama annemi kaybettikten sonra başladı sanırsam. O sıralar bunalıma girip yanlış kişilerle arkadaşlık kuruyor sonra da kendini mafyaların arasında buluyor." dedim. Anladım diyerek kafasını salladı.

Biz konuşmaya devam ederken kahveler geldi. "Ay aşırı iyi geldi. Kahvesizlik benim için çok zor. Okul zamanlarında sabah akşam su yerine kahve tüketiyordum resmen. İnsan alışınca bırakamıyor." dediğinde güldüm. O sırada kapı çaldı ve abla kapıya baktı. 

Abla yanımıza elinde bir zarf ile geldi. "Sana gelmiş kızım." dedi ve elindeki zarfı verdi. Hemen alıp merakla inceledim zarfı. Üzerinde bir şey yazmıyordu. Zarfı açıp içine baktığımda bir mektup vardı. Okumaya başladığımda neye uğradığıma şaşırdım. 

"Merhaba güzel kızım, prensesim" diye başlıyordu mektup...

Gizli Saklı - 1 & 2Where stories live. Discover now