13. Bölüm: Kafesler 🔅 (Pleier)

86 47 30
                                    

Sabah kalkar kalkmaz yaptığım ilk iş kafesleri kontrol etmek oldu

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Sabah kalkar kalkmaz yaptığım ilk iş kafesleri kontrol etmek oldu.

Evet, kafesler.

Bodrum kata indim. İstemsizce burnum kırıştı. Burası berbat kokuyordu. Ekşi, keskin, mide bulandırıcı, baş döndürücü iğrenç bir koku.

Kuzgun Konağı'nın bodrumunda neredeyse aradığınız her şeyi birkaç saniye içerisinde bulabilirsiniz. Canınız markete kadar yürümek istemiyorsa sadece birkaç basamak inip bodrumumuza başvurabilirsiniz, tabi eğer sağlam bir burnunuz varsa. Eğer burnunuza çok da güvenmiyorsanız bodruma inmenizi pek de tavsiye etmem,  bu koku insanı bayıltabilir.

Çünkü burası o derece kötü kokuyor.

Tıpkı lağım gibi.

Hatta bana kalırsa birisi buraya gizlice tuvaletini yapıyor bile olabilir.

Şaka bir yana, bu koku sorunu gerçekten çok ciddi.

Çünkü herkesi rahatsız ediyor ve bodrum neredeyse içersinde durulmayacak hale geldi.

Bizim konak aşağı kesimlerde. Ve burası çok fazla yağış alıyor. Yağmur suları bizim buraya yayıldı mı bodruma su sızmaya başlıyor.  Sızıyor da sızıyor. Sızıyor babam sızıyor.

Bodrumda demirden yapılmış çok fazla eşya depolanıyor. Mızraklar, oklar gürbüzler, kılıçlar, hançerler ve aklınızın alabileceği her türlü demir teçhizat.

Yağmur suları bodruma sızmaya başlayıp da teçhizatların üzerinde birikip kuruduklarında, demirler paslanmaya başlıyor ve nem tutuyorlar.

Çok iğrenç. Sonrasında küfleniyorlar.

Küf.

Küf yüzünden bodrumda neredeyse durulmuyor. Berbat.

Burnumu tutarak bodruma girdim. BERBAT! Burnumu kapatmak bile işe yaramıyordu, sanki koku derimin altına işleyip burnuma çıkıyordu. Gözlerim yanıyordu.

Elimi çabuk tuttum. Dolabımın kilidini açıp içinden iki mızrağımı aldım ve hemen bodrumun köşesine geçtim.

Evet. Bir şeyler saklıyorum.

Sadece Zümrüdüankalardan değil.

Kuzgunlardan da bir şeyler saklıyorum.

Köşedeki taşın altına mızrağımı daldırıp taşı yerinden çıkardım. Taş ağırdı. Derin bir nefes verip yere eğildim.

Taşın altında boşluk vardı.

Uzun, derin bir boşluk.

Evet, bu bir tünel. Kazısını geçen hafta tamamladığım tünel.

Tünel dardı. Çünkü fark edilmemesi gerekiyordu.

Aşağı indim.

Dikkatlice. Her hareketime dikkat ederek.

Aşağı indikçe sesler gelmeye başladı. Kükremeye benzer, homurtuyu andıran sesler. Bana pek de memnunlarmış gibi gelmeyen sesler.

İndim. Daha çok, daha çok indim. İn in bitmiyordu.

Tabi ki bunu da keyfine yapmamıştım. Onları yeterince saklamam gerekmese zaten tüneli bu kadar derin kazmazdım.

Ama onlar... Onlar çok ses yapıyorlar.

Yaklaşık iki dakika daha karanlık tünelden indikten sonra sonunda ayağım yere bastı.

Onlara yaklaşıyordum. Sesler çok daha yükselmişti ve artık seslere tahammül edemez hale gelmiştim. Düşüncelerimi bile duyamıyordum.

"Lanet olasıcalar," dedim. "Kısın sesinizi biraz!"

Gözlerim karanlığa alıştığı için geçen indiğimde tahta taburenin üzerine bıraktığım kırbacı kolaylıkla buldum ve elime aldım.

"Tamam," diye mırıldandım. "İstediğiniz bu demek ha!?"

İlerledim.

"HEY!" diye bağırdım. Sesler kesildi. "KESİN!"

Kırbacı avucumun içinde şıklatırken bir yandan da kafeslerin önünde ileri geri gitmeye başladım.

"Siz," dedim. "Bu gidişle bir işe yaramayacaksınız..."

Kafeslere sinsi bir gülüş fırlattıktan sonra arkamdaki ipe asılı koyunu parçalamaya başladım.

"Kim savaşı kazanmak istiyor," dedim.

Kafeslerden ateşler yükselmeye başladı.

Evet. Ateş püskürtüyorlardı.

Güldüm. "Güzel..."

Koyundan rastgele büyüklükte et parçaları koparmaya başladım ve birkaç saniyelik aralarla kafeslere fırlattım.

Çiğ koyun eti... Çiğ et hayvanları vahşileştirirdi.

Ejderhaları da öyle...

"Pekala," deyip ellerimi birbirine sürterek temizledim. "Yarın görüşürüz."

Yaptığım işten memnun bir şekilde kırbacı tabureye geri bırakıp tünelden yukarı çıktım.

Graqenshel (Türkçe)Where stories live. Discover now