16- Kıskançlık

En başından başla
                                    

Uzandığı koltuktan gözlerini kısarak yüzümü izlediğinde dürttüm bacağını. "Kime diyorum? Kalk!"

Daha fazla direnemedi. Bıkkınlıkla kalkıp odasına doğru yol aldığında peşinden ilerledim hemen. "Geçen aldığımız elbiseler senin odanda mıydı?"

Sessizce onayladı, elbiselerini alıp girdi banyoya. Bende dolabında olan kıyafetlerimde karar vermeye çalıştım. Sonunda beyaz badi, hırka ve bol duran, dökümlü kotu diydim. Yarım saatte takıldım boş boş ancak Ali bir türlü çıkmadı.

Geçtim girdiği banyo kapısının önüne, iki kere tıklattım. Aynı saniyede açıldı kapı. Elim havada kaldı.

Koyu yeşil tişörtü, siyah gömleği ve kumaş pantolonla yine tüm bedenini gizlemişti. İşin kötüsü siyah bez maskesi de çenesinin altına indirilmişti. Günlük hayatta Lehep değil Ali'yken bile böyle mi dolaşıyordu? Anlındaki kabuklu yaralar yerli yerindeydi ama dikkat çekmeyeceğini bilseydi yine kar maskesi takardı onları da saklamak için, biliyordum.

"Beklettim mi? Hadi gidelim." diyip önden ilerlediğinde bozuntuya vermeden peşine takıldım. Ayakkabılarını giyer giymez arabaya doğru yol alan Ali'ye yetişip elini tuttum. Bunu beklemiyordu, hoşuna gitti. Ela gözleri kısıldı.

Centilmen olduğundan kapımı açıp boştaki eliyle referans yaptığında hafif kızararak geçtim arabaya. Hemen koşarak şoför koltuğuna geçmişti.

"Şehir alanına ne kadar var?" diye sordum önümüzdeki uzun ağaçlık yolu hesap etmeye çalışırken. "Yaklaşık bir saat."

Başımla tasdikledim. Daha fazlasını bekliyordum şahsen. "Ben seni zorladım ama normalde dışarı çıkmak senin için tehlikeli değil, değil mi?"

"Bilmem. Pek çıkmıyorum dışarıya ama sorun olmaz herhalde." dedi cebinden sigara paketini alırken. Ela gözleri ilerleyen yoldaydı. Benimde kahvelerim onun yan profilinde. Kısacık, üç numara saçları, esmere kaçan hafif buğday teni, o buğdaylıkta daha da göze çarpan parlak elaları... Çok güzel adamdı be!

Bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki eli kolu bir türlü durmadı. Camını açtı, güneşliği indirdi, torpido da bir şeyler aradı. En sonunda "Niye öyle bakıyorsun?" diye sordu.

"Bakmayayım mı?"

"O kadar uzun inceleme." dediğinde başımı aşağı yukarı salladım. Rahatsız olabilirdi tabii. Yine de bir an olsun almadım onu kadrajımın dışına. "Niye çıkmıyorsun ki? Kimse durduk yere önüne gelene bu Lehep demez."

"Derler diye değil. Kimse kanıtlayamaz zaten. Yine de sevmiyorum dışarıda olmayı."

Oldukça net bir cevaptı. Önüme dönüp ağaçları izledim bir süre. Bundan da sıkılıp Ali'ye doğru eğildim, çenesinden tutup bastırdım yüzüne dudaklarımı sertçe. Uzunca öptüm yanağından. Beyaz dişleri yine göz önündeydi.

"Aniden nerden çıktı bu?" diye sordu gülerek.

"Bilmem, içimden geldi. Çok seviyorum seni."

Arabanın hızını kesmeden kısa bir an bana döndü, o da eğilip öptü. İki farkı vardı benim öpüşümden. Hem çok hızlıydı, ne olup bittiğini anlamadan geri çekilmişti hem de dudaktandı. "Oha." dedim ister istemez. Dudaklarım yanıyordu. Tansiyonum yükselmiş, kalp hastalıklarım oluşmuştu. Ölecektim.

"Bende seni çok seviyorum. İçimden geldi." dedi daha fazla yoldan gözlerini çekmeden. Sindim bende koltuğuma. Ağaçlar şimdi bir ayrı güzeldi işte.

∆∆∆

Geldiğimiz yer Türkiye'dekine çok benzer bir mobilya dükkanıydı. Daha girerken Ali'ye burayı da çalmışlar demiştim ama o anlamamış, boş boş bakmıştı yüzüme. Bende koluna girip koltuklar arasında gezerken baklavanın tarihinden, cacık konusundan, yaptıkları çakma Tarkan'dan bahsetmiştim. Bayağı uzun cümlelerle aralıksız konuşuyordum ama dikkati hiç dağılmamıştı.

Kod Adı: LEHEPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin