"Efendim patron?" Ben spora gelmiştir diye düşünürken adam bir de patronu çıkmıştı buranın.

"Tabii hemen." Emir mi veriyordu bu?

"Merak etmeyin, bana emanet." Emanet?

Ben ağırlığımı bir bacağımdan diğerine verirken Eylül'de kısa görüşmesini bitirmişti. Kollarımı göğsümde bağlayıp sordum.

"İnmiyor aşağı değil mi?"

"Hayır sizi ona götürmemi söyledi."

Adamda resmen kurye fantezisi vardı. Yoksa bu paket servis durumunun başka açıklaması olamazdı. Ama bunun da hesabı sorulacaktı. Yaz kenara kızım yaz.

Asansörle üç kat çıkıp cam bir kapının önüne geldiğimizde dışarıya kadar taşan yumruk ve tekme sesleri ile ürkmüştüm. Ben de yumruk atabilirdim. Kendimi savunma konusunda kötü sayılmazdım lakin içeride savunmadan daha öte şeyler döndüğü belliydi. Bunların üstüne de kapıyı açıp içeri girdiğimizde üzerime dönen gözler, beni bir yere ancak bu kadar ait hissettirmeyebilirdi.

İçerisi bir hayli genişti, bunaltıcı bir havası yoktu. Salonun sağ ve sol her iki yanına yerleştirilmiş tavana asılı kum torbaları sarkıyordu. Bunlar yetmemiş olacak ki insan şeklinde ayaklı boks standları onlara eşlik ediyordu. Duvarların en diplerinde ve köşelerde yaslı şekilde duran çeşitli ağırlıklar mevcuttu. Ve son olarak tam orta alanda da bir ring bulunuyordu. En kötüsü ise bütün salonun tam kadro doluluğu ve hepsinin bana kitlenmiş olan bakışlarıydı.

"Siktir," diye fısıldadım.

Üzerimdeki kıyafete lanetler ederek orasını burasını çekiştirmeye başladım. Fakat bu çabam oldukça faydasızdı. Elbise resmen bana "Lan benim modelim bu!" diye bağırıyordu, emindim. Eylül bana biraz beklememizi az sonra çok sevgili patronunun geleceğini söylemişti. Eh, söylemişti de o dağ ayısının benim şu anki kıvranışlarımdan zerre haberi yoktu.

"Prenses abla?"

"Af buyur?" Bir reflekse bana doğru yaklaşan kişiye döndüm yüzümü. Kahverengi saçları, aynı kahvelikte gözleri, açık kumral teni aşırı tanıdık gelse de ilk başta çıkaramadım. Ancak ne zaman dibime kadar girip tepemde dikildi, işte o an bütün günahkar anılarım da aklıma üşüştü. Bu, o gece beni evime bırakan ve bütün rezilliklerimde yanımda olan çocuktu. Uzak'ın kardeşim dediği çocuk. O da benden emin olmak ister gibi ilgiyle yüzümü incelemeye koyulmuştu. Ben değilim diye inkar etsem de birazdan Uzak gelip beni patlatırdı. Aksiyona hiç gerek yoktu.

"Sensin, harbiden sensin."

"Benim, şimdi biraz uzaklaşır mısın?"

"Affedersin şaşırdım."

"Belli oluyor."

Şapşal şapşal sırıtması sinir bozucuydu. Eminim o geceyi düşünüyordu. Onun hatıralarının benimkilerden daha net olduğuna emindim. Kafasını dağıtmak şarttı o sebeple. Sözel olarak.

"Abin için geldim," dedim, tabii abin teşrif edebilirse.

"Belli oluyor," diyerek kendi cümlemle vurdu beni. Kılık kıyafetime göz gezdirip yüzünü ekşitti. Beni bu duruma soktuğu için arka planda Uzak'a sövmeye devam ettim.

"Heh, işte o da geldi." Eylül'ün sesiyle arkamı döndüğümde bize doğru ilerleyen kişiyi gördüm. Uzun boyu aramızdaki mesafeye rağmen kendini gösteriyordu. Siyah saçları dağılmış, kendi karmaşasının ahengi içindeydi. Gözleri sadece beni görüyor gibi başka bir yere çevrilmiyor, benim de bakışlarımı ondan çekmemi engelliyordu. İstemsizce yutkundum. Buraya gelirken aklımda bunların hiçbiri yoktu. Şimdiye kadar onun nasıl göründüğünü merak dahi etmemiştim. Sadece arada konuştuğum öylesine biriydi. Nereden bilecektim ki böylesine "Hoay maşallah" bir adamla konuştuğumu. Bütün kızgınlığım, küfürlerim, söyleyeceklerim hepsi bir taraflarıma kaçmıştı. Ne olacaktı şimdi?

Uzak'a Yakın | TextingWhere stories live. Discover now