🕸 KÜRKÇÜ DÜKKANI 🕸

Start from the beginning
                                    

Kara yılan dağı tırmanmıyor, boyu mu büyüyor onun? Dizlerimin üzerine yere çöküp uçurumun kenarından tutunuyor ellerim, aşağı düşmemek için bir çaba harcıyordum, korkudan gözlerimi ardına kadar açmışım kalbimi dizginlemeye çalışıyorum.

Saniyede ne kadar büyüyebilirdi bir yılan? Bu kesinlikle on beş metreye yakın bir ölçü olmamalıydı. Katlanarak artıyordu sanki cismi, önce uzuyor sonra kalınlaşıyor önce omurgası şekilden şekile giriyor sonra deri değiştiriyordu.

Bir kaç saniye idrak edemedim, hayır idrak etmek istemedim. Bu şey benim için gelmişti. O halde ne burada duruyordum? Başıma geleceklerden haberim yoktu, cahildim, çekingenlik ettim. Bunlar bahanemdi, gerçeğim buradan kaçamamaktı. Ellerimi kelepçelemişti sanki, buraya gelmesini bekliyordum. Büyüdükçe kayalıkların üstünde sürünmeye gereksinim bile duymayacakmış gibi geliyordu, gözlerimin içindeki damarların bu büyülü manzarayı gördükçe yandığını hissediyordum.

Korkudan mı yoksa başka bir şey mi bilmiyorum, gözlerimden akan yaşlar bile çok anlamsızdı zira bunu düşünemeyecek kadar fırlamıştı kan beynime. Başı sertçe bir kayaya düştüğünde artık ağırlığını taşımak için kuyruğunun daha hızlı uzadığını dehşete kapılmış bir vaziyette izliyordum, uğraşsalar bu kadar hipnoz olamazdım. Beni içine çekiyordu o büyülü görkemi.

Öylesine güzel bir korku sarmıştı ki bedenimi azrailime kapılmaktan farkı yoktu, üstelik içimden kaçmak gelmiyordu. Ölüm yaklaşırken insana her bir yeni adım, insan yaşadığını kendine daha ölümsüz sanarmış. Utanmadım, bir tebessüm ve kahkaha. Gözlerimden akan yaşlara karşın yüzümdeki bu zavallı manzara neydi böyle? İçimden gelebildiğince bir çığlık attım. Boğazlarım yırtılırken gözlerim dolu doluydu, sonra çığlıklar yeniden neşeli kahkahalara onlar da tekrar bir acılı haykırışa bıraktığında kendini çıkmaz döngünün içindeydim.

Ejderhanın yanıma mağaranın önündeki uçuruma geldiğini, yılanı gördüğü gibi uçup gittiğini buğulu gözlerimden bir silüet olarak görebildim yalnızca. O güvendiğim kanatlar beni öyle bir bırakmıştı ki işte, üşüyordum.

İçimdeki korku bin misline katlanırken artık tebessüme yer yoktu, yalnız ağlıyordum. Bu ağlamak bile değildi, bu stres ise bana bir şeyler yapıyordu.

Gözlerim şeffaf bir buğuya değil kırmızı bir kan gölüne çevirmişti beni. Dokunduğumda ellerime değen şey buram buram demir kokuyordu. Elbiseme bir bu bulaşmamıştı, artık o da tamamlandı. Kefenim de hazırdı nihayet. Karşımda ejderhanın dev cüssesi anca boynunun kalınlığı eden yılanın çıngıraklı diliyle çıkardığı sesi duyunca nefesim kesildi.

Hıçkırıklarım boğazımda kalırken daha fazla ağlamaya cesaret edemedim, yer yarılsaydı da içine girseydim. Gözlerimde ki sıcak kan bile terk etti beni orada, tüm detaylarıyla seçtim kara yılanın yüzünü. Siyah gözlerinin içindeki kırmızı bebeği şeytandan farksız kılıyordu bu kara büyünün güzelliğini. Ellerim dua edercesine havada asılı kaldı, birbirinden çokça ayrı. Titriyorlardı.

Yaşlarımı silmek için bile kıpırdayamadım, kafası kesilen bir bebeğin çığlıklarıydı benimkisi, öyle sessizce. Dili son kez kulaklarıma bir ezan okudu, bu bir ayindi. Çıngıraklı bir ayin. Hiç yılan güler miydi insana? Resmen dalga geçiyordu. İşte sonunda kadere teslim olmak zorunda kaldığım yere gidecektim, benim kaderimde de bu vardı.

Çabaladıkça batmak, kaçmak istedikçe oyunu bozmak. Üstelik anladığım bir şey daha vardı, oyunu bozanı tanrı bile sevmiyordu. Evrenin tüm kapıları yüzüme kapandığında ruhumun yolculuğuna üzüldüm, gidecek bir yeri yoktu. Onun karanlığı bile olmayacaktı belki hapis olmak için. İşte o an içime dolan son duasını etmek isteyen, sonunda teslim olmuş bir kadının ruh parçacıkları değil, kardeş kanıyla ıslanmış etekelerini çocuklarına bulaştıran elleri tutan bir intikam arzusuydu. Ağzına kadar bir nefret sandığı. Hiç bir işe yaramayacaktı fakat bunlar inkar edilemez derecede benimdi, varlığı yakamı bir an olsun bırakmazdı.

Şafakta Vampir Çıkmazı (+18)Where stories live. Discover now