ÇİÇEKLİ SEPET - 48

Start from the beginning
                                    

Delikanlı düşüncelere dalmışken oluşan kısa sessizliği Azize bozdu. "İnşallah hiç düşmezsin." O sıra bu temenniyi tüm varlığıyla kabul eden Latif elindeki tornavidayı düşürdü. Dikkatli ve maharetli parmaklarına yalvardı içinden, ne olur beni yarı yolda bırakmayın, diye. Hızlıca eğilip aldı. Gözü duvarın üstündeki sapı kopmuş sepete takıldı. E bir de Azize'ye buraya gelme sebebini sormak lazımdı.

"Hayırdır, bir işin mi var buralarda?" Azize etrafa bakınıp başını salladı. Rüzgâr esince yapraklar içeri savruluyordu.

"Çocuklarla Kur'an dersi yapacağız. Birlikte çalışmaya karar verdik."

"Ne güzel..." Çocuklarla camide olmak ve öğretmek, senin ruhunu iyileştirecekse hep gel Azize. Kendini suçluyormuşsun, her şeyi bırakmışsın geride. Hemşire değilmişsin artık. Hazırlayıp evlere gönderdiğin merhemlerin adını anmıyormuşsun. Sen de hastalanmışsın. İlacını burada aramana hiç şaşırmadım üstelik. Teselliyi maneviyatta, huzurda, sevgide bulduğunu bilirdim önceden beri.

"Öyle..." Yine karşılaştık Latif. Nereden bilecektim seni burada bulacağımı? İyi oldu gerçi. Evin, yolumun üstü değil. Köyün en tahmin edilmez yerlerinde görüyorum seni. Hem seviniyorum, hem beni böyle üzmeye ne hakkın var diye düşünüyorum. Bilerek yapmıyorsun elbette. İsteyerek kırmazsın beni. Ama günden güne artıyor sıkıntım. Artık içeri girmem lazım. Burada durdukça söyleyesim geliyor içimdekileri. İncinen yanlarım başkaldırıyor. Bir türlü geçmek bilmeyen sızımın merheminin, dürüst bir yüzleşme olduğunu haykırıyor. Aman Azize. Arkadaşlığını, sevgisini, merhametini, yoldaşlığını, özlemini, varlığını çok sevdiğin bu kalbe hüzün verecek bir kelime etme!

"Sepetine ne oldu?" İkisi aynı anda dönüp mermer duvarın üstüne baktılar. Azize içindeki cebelleşmenin yüzüne yansımasından endişeliydi o sıra.

"Sapı koptu" dedi dünya başına yıkılmış gibi. Toparlanamadı hızlıca. İçeriye girmek istiyordu. Gidip kucakladı sepetini. "Ben çocukları bekleyeyim içeride. Sana kolay gelsin. Görürsen fazla oyalanmamalarını söyle olur mu?"

"Tabi, söylerim." Latif ne yapsa bilemedi. Elleri boş kalmıştı sanki. Şöyle bir bakınca düzeltemeyeceği bir şey de değildi. Azize'nin yeni bir sepet alacak gücü vardı elbette ama kucağındakine ayrı bir anlam yüklemiş, ondan ayrılmak istememiş de olabilirdi. Böyle üzgün konuşmasının görünürde başka bir sebebi yoktu ki. "Ben... Sepetin sapını tamir ederim istersen." Genç kızın böyle bir teklif beklemediği aşikârdı. O, bu müphem anın bir an önce bitmesini istiyordu. Önceleri ufak bir selamla başını eğip giden genç, meğer nasıl büyük bir iyilik yapıyordu!

"Bilmem, düzelir mi ki?" Düzelmiyor ki Latif. Bana ne oluyor böyle? Elimdekiyle yetinmem gerekirken her geçen gün daha fazlasını arzuluyor ruhum. Sakinleşmesi, dinginleşmesi gereken bir deniz var içimde. Her geçen gün coşuyor. Kıyısına yaklaşamıyorum artık. Masmavi hislerin bize iyi gelmesi gerekmez mi?

"Biraz uğraşınca düzelir tabi, eskisi gibi olur." Öyle olması için çabalarım. Yeniden gül diye tüm işimi gücümü bırakırım.

"Ama... Elinde iş var senin. Meşgul olma bir sepetle. O kadar da önemli değil zaten."

"Sepetin kıymeti ne kadar üzüldüğünden belli. Meşgul değil mutlu olurum bana emanet edersen. Düzeltmek için elimden geleni yaparım." İki elini uzattı hafifçe. Azize'nin kollarını gevşetmesini ve sepeti teslim etmesini bekledi. Genç kız derin bir nefes aldı.

"İçini boşaltıp getireyim" dedi. Latif memnun bir tebessümle kızın içeriye girmesini bekledi. Birkaç dakika sonra sepet, içinde biraz börek ve bir elmayla geri geldi. Delikanlı sessizce yapılan ikramı kabul edip aldı.

AZİZE (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now