2. Bölüm: "Rüya mı, gerçek mi?"

Start from the beginning
                                    

"Aynen öyle, ne bekliyordum ki?" Bunları düşünmeyi bıraktım. Saçma sapan ve anormal şeyleri düşünmenin anlamı yoktu. Niye bu kadar kafa yoruyordum ki? Gerçek bile değillerdi.

Kimsenin olmayışı beni meraka düşürdü ve ayaklarımı yataktan sarkıttım. Uzun zamandır uyuyor olmalıydım ki her yerim tutulmuştu. Özellikle boynjm ve sırtım. Yavaş bir şekilde kalktım. Etrafıma bakındım. Kimse yok gibiydi. Yine de teyit etmeye karar verdim.

Beni buraya kimin getirdiğini merak ediyordum doğrusu ve nasıl getirdiğini. Asıl merak etmem gereken şey buydu çünkü.

Ulaşmak isteyen biri ulaşamamış ve belki de kapıyı kırmıştı. Baygın görünce de hastaneye getirmişti. Bundan başka bir seçenek olamazdı. Yoksa tek başına yaşadığım bir evde kimin haberi olabilirdi ki benden. İşten biri? Olabilir.

Yalnız geçirdiğim hayatımı düşünmemeye karar verdim, birini bulabilirsem sorardım. Umarım birini bulabilirdim.

"Kimse yok mu?" Ses yok.

"Heey?" Yanımda duran tahta dolaba yumruğumu vurarak tıklattım. Hâlâ bir karşılık alamamıştım.

Sağa doğru dönmemle, koridorun az ilerisinde dikkatimi çeken kapıya doğru ilerledim. Nereye varacağımı bilmesemde bir ümit kapıyı açmaya karar verdim. İlk önce tıklattım fakat yine ses gelmedi.

Kapıyı açtığımda, klinik tarzı odadan dışarı çıktım ve önüme dönmemle şok geçirdim. Gördüğüm iç tasarıma şaşırmıştım. Hayatım boyunca bunun benzerini müzelerde, tarihi eserlerde dahi görmemiştim. İhtişamı yutkunmama sebep oldu. O kadar şaşırmıştım ki buranın neresi olduğu sorusu aklımda dahi gelmemişti. İlgiyle etrafı incelemeye başladım.

Bir kavak kadar yüksek duvarları ve altın yaldızlı işlemlerle süslü duvarları olan bir yerdi burası. Duvarlarda anlamıni bilmediğim semboller vardı. Salon denilebilirdi sanırım. Benim lisemin tamamından daha büyük bir salon. Belki daha da büyük. Yunan mitolojisindeki tanrıları andıran birçok heykel ve anıtlara benzer dilini çözemediğim yazılar vardı. Tasvir edemiyorum.

Ağzım beş karış açık, etrafı incelemeye devam ediyordum. Öyle ki nefesimi bile tuttuğumu farketmemiştim. Bir ara başımı o kadar kaldırmıştım ki duvarlara bakmak için, zaten ağrıyan boynum daha da sızlamıştı.

"Aman Allahım burası ne böyle?" Diye mırıldanmadan edememiştim. Az daha konuşmasam, dilimi yuttum derdim. Ben daha iç dizaynı atlatmaya bile vakit bulamadan bir kadın bağırarak koşmaya başladı. Duvarlarda ki dikkatimi duyduğum sese çevirdim istemsizce.

"Ah tatlım!"

Kadına döndüğümde, uzun ve garip elbisesinin eteklerini tutarak bana doğru geliyordu hızla. Onu garip bir ifadeyle izledim. Ensesinde yaptığı topuz, göğüs dekoltesi dışında bir olayı olmayan uzun kollu ve yerleri süpüren bir elbisesi, üzerine giydiği beyaz önlük ile... Bayağı garipti. Güzeldi ama garipti, çok çok eski tarzdı. Onu incelemeyi bırakıp, endişeli yüzüne çevirdim başımı.

İnsanların zevklerini sorgulamamalıydık. Yakışmıştı kadına da doğrusu ama elbiseyi nereden bulmuştu merak etmiştim doğrusu. Diktirmişti sanırım.

"Liora!" Bana seslenmiyordu. Başımı çevirdim. Fakat bu isim nereden tanıdık geliyordu ki bana? Başımı omzuma eğerek, düşünüyorken tekrar soru sordu. Liora... Liora... Kimdi ki bu? Çevremde böyle biri yoktu fakat tanıdıktı.

"Liora, tatlım neden haber vermedin?" Diyerek yanımda durduğunda, az önce  çevirdiğim başımı tekrar ona çevirdim. Bana bakıyordu. Boğazımı temizledim, bu garip ambiansta neydi böyle? Neden bana bakıyordu?

~Avalonia~Where stories live. Discover now