BİLİNMEYEN

35 7 0
                                    

Dünya dönüyordu, güneş olanca ihtişamıyla ve parlaklığıyla doğuyor sonra tekrar yerini karanlığa bırakıyordu. İnsanlar gülüyor, ağlıyor, yemek yiyor, çocuklar ise hiç bir şeyden habersiz arkadaşlarıyla eğlencelerine devam ediyordu. Ben son altı gündür bütün bunların hiç birini doğru dürüst yapamıyor sadece nefes alıyordum. Yaşayan ölüler derler ya onlardan biri de bendim sanırım.

Babam bizi bırakıp gideli koskoca altı gün olmuştu. Koskoca diyorum çünkü zaman geçmek acılarım ise dinmek bilmiyordu. Hala kendimi inandıramamıştım onun yokluğuna. Onsuzluğa... Nasıl alışılırdı onu da bilmiyordum ya doğrusu. Sabahları nasıl uyanacaktım mesela onun şarkılarını duymadan, ya da onun şefkatli ellerini saçlarımda hissetmeden nasıl huzur bulacaktım? Bu hayata sevgi dolu bir şekilde nasıl bakacaktım? Bundan sonra ne olacaktı; ben, kardeşim, annem ne yapacaktık? Altı gündür bu sorularla boğuşuyordum ama tek bulduğum cevap BİLMİYORUM'du. Daha sonra düşünmek istemeyip kendimi uykunun kollarına bırakıyordum. Gerçeklerden böyle kaçıyordum, kaçabildiğim yere kadar.

'Firuze kızım, hadi bana yemek tabağı buluver bir tane, bulamadım bir türlü.' altı gündür bizimle beraber kalan babamın ablası olan Ayfer halamın seslenmesiyle kafamı ona çevirdim. Bizim kadar olmasa da onun da göz altları çökmüş, neşesi yüzünden silinmişti. Oldukça tombiş olan yanakları eski formunu kaybetmiş içine doğru göçmüştü. Büyük bir üzüntü içinde değildi çünkü babamla can ciğer kardeş samimiyetleri yoktu aralarında, bayramdan bayrama görürlerdi birbirlerini. Ama gene de kardeş yüreği dayanmaz, ne olursa olsun üzülürdü. Ne de olsa kendisinden dört yaş küçük kardeşini ansızın kaybedip toprağa vermişti. Dalgın ve hissiz olan bakışlarımı ondan çekip ayağa kalktım. Yerlerini ezbere bildiğim ama artık bana yabancı gelen mutfakta bir kaç tane yemek tabağını raftan alıp tezgahın üzerine bıraktım. Başka bir şey istiyor musun dercesine gözlerimi tekrar halama çevirdim. 'Bu tabaklar yeterli kızım, içeridekilere pide katacağım eksik gelmiş de.' bunları söylerken bir yandan da tabaklara pideleri dolduruyordu. Göz ucuyla bana baktı ' Kızım kaç gündür ağzına lokma koymuyorsun, açlıktan miden birbirine yapışacak. Hadi iki lokma bir şey ye de yüzüne can gelsin be güzel kızım. Böyle içim hiç rahat değil bak.' Aslında haklıydı, açtım. Ama bir şey yersem sanki öğürecekmişim gibi hissediyordum. Yaşadığım üzüntü mideme vurmuştu. Bir şeyi sindirebileceğimden şüpheliydim. Gene de onu kırmamak adına kabul ettim.

'Ben sadece çorba içmek istiyorum hala, daha fazlasına mecalim yok.' mutlu olup onaylarcasına hızla kafasını yukarı aşağı salladı. 'Başak'ı da çağırayım o da yer belki.' mutfaktan çıkıp odaya ilerledim. Başak'la da doğru dürüst konuşmamıştık. Herkes birbirinden perişandı, ne birbirimizin acısını paylaşabildik ne de iki cümle konuşabildik. Benim bildiğim ama yaşayarak da fark ettiğim buydu işte: bizi bir arada tutan bağ babamızdı. O gidince biz de koptuk birbirimizden, herkes bir yana savruldu. Hepimiz yaralıydık, acılıydık. Nasıl düzelir bilmiyordum.

Kapıyı iki kez tıklattım ve içeriden onay sesi gelmesini beklemeden kapıyı açtım. Kapı açılınca ilk karşılaştığım şey dağınık odada yatağında kıvrılmış vaziyette yatan kardeşimdi. Sırtı bana dönüktü ama biliyordum ki uyumuyordu. Kesik kesik iç çekme sesleri geliyordu çünkü. Ağlıyordu. Altı gündür hem de. Dayanamıyordum.

'Başak, hadi ablacım gel çorba içelim. Kaç gündür bir şey yemedik. Ama yememiz lazım, toparlanmamız lazım biraz.' ben bunları söylerken Başak olumsuz anlamda omuzlarını kaldırıp indirdi. Çocuk gibiydi, inatçıydı. Ve artık bununla başa çıkması gereken kişi bendim, onu yumuşatıp ikna etmesi gereken, sakin kalıp sorunlarına çözüm bulması gereken bendim. Babamın omuzlarındaki koca yükleri aldılar bindirdiler omuzlarıma. Taşı dediler ama ben sallantıdayım. Yürü dediler ama ben tökezliyorum. Güleceksin dediler ama ben ağlıyorum. Yapamadığım oldukça aşikardı.

FİRUZEWhere stories live. Discover now