2. Bölüm

69 10 4
                                    

"Ve bazen hayattır sevmek.
Birini çok uzaktayken bile
Yüreğinde taşıyabilmek."

'Özdemir Asaf

...

Can Koç-Gökyüzünü tutamam.

🍀

Elimdeki çantaya daha sıkı sarıldım. Mirza ağanın şirketini bulmuş ve buraya gelmiştim, okul için. Dün Elçin'in omzunda uyuyakalmıştım. Saat gece ikide uyandığımda Elçin yanımdaydı ve bir ihtimal uyurum diye yatmaya çalışmştım ama pek başarılı olamamıştım. Sabahta erkenden duş alıp üzerime siyah bşr gömlek ve siyah kumaş pantolonumu giyinmiştim. Makyaj yapmak istemesemde yüzüm renksiz olunca maskara ve glossla yüzümü hafif renklendirmiştim.

Aklıma Çiğdem'i getirmemek için elimden geleni yapıyor, bir yandan da ağadan yardım isteme sebebim olduğu için kendime bolca hatırlatıyordum. Saçma duygular içerisindeydim. Topuklu ayakkabı sesleriyle kafamı kaldırdım. Kırmızı, dar ve askılı bir elbise içinde bir kadın geldi yanıma. Saçları platin sarısı ve dalgalı bir şekilde omzuna bırakılmıştı. Dudağındaki pespembe ruj ile ben buradayım diye bağırıyordu.

Yanı başıma geldiğinde usulca gülümsedi. "Fırat ağam sizi bekliyor." Yavaşca kalktım ayağa. Kıza ufak bir baş selamı verip Mirza ağanın odasına ilerledim. Kapıyı bir kaç kez ufacık tıklattım. Birinden yardım istemeyi, birine muhtaç olmayı, birine minnet etmekten nefret ediyordum. Ancak başka çıkış yolum var mıydı? Tartışmaya kapalı bir konu olarak cevabı netti. Yoktu.

İçeriden sert ve erkeksi bir "Gel!" Sesi gelince sertçe yutkunup içeri girdim. Başını dosyalara gömmüş bir adam vardı karşımda. Usulca bana doğru kaldırdı bakışlarını. Simsiyah gözlü, esmer, yine gözleri gibi siyah saçları ve çenesindeki gamze bana göz kırptı anında. Oturmasına rağmen oldukça dik ve uzun duruyordu. Yapılı vücudu buradan bile belli oluyordu. Gözleri çehremde gezindi bir kaç saniye. Sonra eliyle masanın önündeki koltukları gösterdi. "Buyurun, oturun." Dediğini yapmak adına koltuklara ilerledim. Herhangi birine oturarak derin bir nefes aldım.

"Hoş geldiniz" dedi yine aynı sert ve erkeksi sesiyle. Oldukça çekici görünüyordu.

Adam fazla dehşet-ül vahşet sanki, ha Miray?

İç sesimi susturarak başımı salladım. "Hoş buldum." Bir kaç saniye tekrar çehremde gezindi gözleri. Bir şeyler ararmış gibi baktı çehreme. Yutkunup söze girdim. "Miray Işık ben." Dedim elimi sıkması için uzatarak. Kaşları bir saniyeliğine kalktı ve tekrar aynı konumunu aldı. O da elini uzattı ve yavaşca sıktı. "Fırat Mirza Ulubey." Dedi net bir şekilde. Direkt söze girmek ve bir an önce burdan defolup gitmek istiyordum. Boğazımı temizledim ve söze girdim.

"Sakalar köyünde, Atatürk ilköğretim okulunda görev yapan bir öğretmenim. Okulda müdür dahi yok ki halinden bahsetmek bile istemiyorum." Sertçe yutkundum. "Üç gün önce bir öğrencimin üzerine okulun duvarı çöktü ve kendisini maalesef..." Gözlerimin dolma hissini geri çevirdim, yumruyu attım boğazımdan. "Maalesef ki öğrencim vefat etti. Ben daha fazla kayıp vermek istemediğimden size geldim. İsteğim şu ki: Okulun tamir edilmesi gereken kısımlar ile ilgilenmeniz."

Bir kaç saniye ifadesizce yüzümü süzdü. Neden bunu yapıyordu sürekli? Sonra kaşlarını kaldırıp arkasına yaslandı. "Neden bir yazı yazmadınız, buraya kadar zahmet ettiniz?" Dedi sorgularcasına. Ciddi miydi? Öğrencim vefat etti diyordum. Umarım ciddilik payı yoktu. "Bu zamana kadar eksiklerle sürekli biz öğretmenler ilgileniyorduk. Ancak öğrencimi kaybedince kendim bizzat gelmek istedim." Dedim imayla. Ellerini masaya koyup rahat ifadesini bozup masaya eğildi usulca.

MâhiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin