Chapter 1: Introduction.

104 15 11
                                    

───── ❝ who is she ❞ ─────

Oh who is she
A misty memory
A haunting face
Is she a lost embrace?

Am I in love with just a theme
Or is Aisha just a dream
A mystery
Oh who is she

Oh who is she
A misty memory
A haunting face
Is she a lost embrace?

I call her name
Across an endless plain
She'll answer me
Wherever she may be

Somewhere across the sea of time
A love immortal, such as mine
Will come to me
Eternally
Immortal she
Return to me.

───── ❝ I Monster ❞ ─────

Bir kız çocuğu babasını ne kadar çok sever?
Derler ki, kız çocuğunun ilk aşkı babası olurmuş. Demek ki o kadar çok sevilirmiş babalar.
Ama herkes için öyle sayılmaz değil mi?
Herkesin ilk aşkı babasıdır evet ama aslında aşkında bir sürü çeşidi yok mudur?
Kimisinin babası ilk aşk acısıdır mesela. Büyürken aşk büyümüştür kişi. Başka baba kızları hep kıskanarak, özenerek, üzülerek, ağlayarak büyümüştür.
Kimisinin aşkı aldatma ile olur. Babası aslında ona sevgisini veriyormuş gibi davranır ama büyüdükçe kişi, gerçekten sevmediğini anlar. Daha da kimseye güvenemez. Sevileceğine inanmaz.
Kimisinin babası ise... Kızı istese dünyayı, yıldızları, gezegenleri baştan dizecek
kişidir ama sonra... Babası yok olur. Onu elinden alırlar. En büyük alışkanlığı ve bağlılığını elinden alırlar. Bu da kişiyi içindeki en derin intikam arzusu ile büyütür.
İşte onunda babasını almışlardı.

Küçük kız uyanmıştı.
Odasına sızan güneş ışığı ile ister istemez suratını buruşturmuştu. Gerinerek yerinden kalkmış, uyanmak için etrafa bakmaya başlamıştı.
Kendine geldiğinde babasının yanına, salona gitmişti.
Babası sallanan sandalyeye rahatça kurulmuş kitabını okuyordu.
Yanına gidip, yanağına bir öpücük bırakmıştı. Adam kitabı dizlerinin üstüne bırakmıştı. Dudaklarında oluşan tebessüm ile kızının omzuna dökülen koyu kahvelerine dokunmuştu.

"Günaydın Hilda."

Kız gülümseyerek geri dönüşünü yapmıştı. Böylece klasik günlük rutinleri başlamıştı.

Saatler hızlıca geçiyordu, kış olduğu için güneşin bir türlü tadı çıkmıyordu ve hemen gece oluyordu. Akşam yemeklerini yedikten sonra kız elindeki kitabı yeni yeni okumaya çalışırken babasının yanında, koltukta oturuyordu.
Dışarısı her şeyden soğuktu, belki yanındaki adamında kalbi her şeyden soğuktu fakat ikisinin yuvası, küçük kızın kalbi bir ateşten bile sıcaktı. Böylece babasını da ısıtıyordu.

Bir anda kapıdan deli gibi vurulma sesi duyulmuştu. Adam aniden ayaklanmıştı. Genç yardımcı hemen kızın yanına gitmişti. Fransızca aksanıyla konuşmuştu,

"Sakin ol Brunhilda. Bir şey yok."

Adam yüzüne en sert ifadesini takınmıştı, kızına göz gezdirmişti. Kızı ona korkuyla bakıyordu, beyninden bir sürü şey geçiyordu.

"Ya babamı benden alırlarsa?"

Diye için içini yiyordu. Adam kapıya giderken, Fransız kadın hızlıca kızı çekiştirmişti.

"Haydi Hilda, odaya gidelim."

Kız bunu istemiyordu. İstemeden gözünden ıslak inci taneleri düşüyordu.

"Hayır!"

Babasına bir şey olacağını, ondan ayrılacağını adeta hissediyordu.

"Hayır! Babamı istiyorum!"

Bekliyordu. Salonun kapısından geri girmesini, bir sorun olmadığını söylemesini.
Ama babası bir daha geri gelmemişti.
En boşluk ve zayıf anlarından yararlanılmış, tarihin en güçlü kötü büyücüsünü en basit şekilde yakalamışlardı.

Artık en soğuk yer dışarı değildi, en soğuk yer kızın küçük yüreğiydi. Beyni deli gibi gerçeği bağırıyordu, her şey altı üst olmuştu.

Ve yeniden sıçrayarak, kan ter içinde gözlerimi açmıştım tanıdık odamda, dört duvarın arasında. Kafamda dönen rüya. Sürekli zihnimde.
Babamı benden kopardıkları günden beri her gece, her uykumda beni rahatsız eden o anı.

İçimdeki tek bir duyguyu körüklüyordu.
Üzüntü değildi, üzülmemeyi, kendimi oyalamayı öğrenmiştim. Öfke değildi, ilk zamanlarda bütün öfkemi kusmuştum. Bu yüzden neredeyse iki ay yataktan kalkacak ve iyileşecek gücüm kalmamıştı. Özlem değildi çünkü bu duygum körüklenmiyordu. Bu duygu hep içimdeydi. Beraber büyüyorduk.
İntikamı körüklüyordu. 

Gözümün kenarından akan yaşı silip odamdan çıktım. Bebekliğimden beri beni büyüten, babamın en büyük yandaşcısı olan kadının yanına, odasına direk girdim.
Kadın zarif bir şekilde oturduğu yerden bana baktı.
En ufak tereddütte bulunmadım. Sesimde yanan intikam duygusunu gizlemeden konuştum.

"Gideceğim Bayan Rosier. O okula gideceğim. Yemin ediyorum bir gün onun en yakına gireceğim, en zayıf anında ona öyle bir ihanet edeceğim ki benim kim olduğumu anlayacak. Babamın intikamını fitil fitil burnundan getireceğim. Eğer Grindelwald'ın kızıysam, Dumbledore'a bunu ödeteceğim."

Ve bunları söyleyen ben sadece 11 yaşındaki bir kız çocuğuydum.
Ha, şunu da ekleyeyim.
Sıradan bir kız çocuğu değildim, lütfen.
Tarihin en 'tehlikeli ve karanlık' büyücüsünün, Gellert Grindelwald'ın kızıydım.
Ben, Brunhilda Grindelwald, tarihi tekrarlatmaya, Albus Dumbledore'un yanına gitmeye yemin etmiştim.
O yaşlı bunağa, ikinci Grindelwald travmasını yaşatmadan bu dünyadan gitmeyecektim.

who is she? / barty crouch jr.Where stories live. Discover now