''Ne yaptım ki? Sadece elimde ki tabağı düşürdüm.'' Annesi ağlayarak kurduğu bu cümle karşısında donakaldı. Sadece tabağı düşürdü diye mi bu kadar bağırışlar?

"Kes sesini be kadın!'' Kadına tekrar yumruk sallayacaktı ki, genç adam babasının göğsünden tutarak geri savurdu.

"Sakın bir daha bunu yapmayı cüret etme. Yoksa seni bir an olsun düşünmeden gebertirim.'' Babasının yaptığı bu hareket, genç adamın sabrının son damlasıydı.

Babası, çocuğun söylediklerine o kadar sinirlendi ki elini kaldırmasıyla yüzüne bir yumruk geçirmesi bir oldu. Kendinden geçmiş, önünü göremez halde çocuğa öyle acımasızca dövüyordu ki, onu ancak telefon sesi kendine getirmişti.

Kendine gelmesiyle çocuğunun kana bulanmış yüzünü gördüğünde bir an afalladı. Birkaç saniye etrafına baktığında karısının ağlayan suratını gördü. Üstünden kalkarak boş bakan gözlerle odasına gitti.

Genç adam ağzındaki kanı yere tükürerek ayağa kalkmaya yeltendi. Ayağa kalktığını gören kadın, hemen yanına gelerek kalkmasına yardımcı oldu. Çocuk, annesinin kolundan kendisini kurtardı. Babasına kızgındı, annesine kırgındı. Buz gibi baktı annesinin yüzüne.

"Boşuna ağlama. Beni daha önce dinleyecektin.''Annesi bunun üzerine daha çok ağlamaya başladığında genç adam, daha fazla dayanamadı. Öylece kapıyı çarpıp gitti.

Yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Öyle çok yürüdü ki yorulduğunun farkına ancak varabildi. Etrafına bakındığında Hawnsville ormanına  geldiğini gördü. Bu duruma şaşırsa da, yapabildiği tek şey gülmekti.

Yüzünde ki sızı daha yeni kendini belirttiğinde yüzünü buruşturdu.

Piç herif, onu fena halde dövmüştü.

Ağaçların arasından geçerken sigara içmek için eline cebine atmıştı ki sigara paketinin evde düştüğünü fark etti. Bu durum onu sinirlendirmişti ve bağırarak ağaca tekme attı. Bu sefer de ayağını incitince bir küfür mırıldandı.

Yaşadıkları onu o kadar yoruyordu ki her gece kafasını yastığa gömdüğünde ölmeyi diliyordu. Ölmek onu hiçbir zaman korkutmamıştı. Tekrar diledi. Ağlayarak tekrar ölmeyi diledi. Ölüm ona aradığı huzuru verecekti. Buna inanıyordu. Bu sefer Tanrı'ya öyle bir yalvarıyordu ki, sanki onun tek kurtuluş yolu buydu.

Hıçkırarak ağladı. Bir süre sonra hıçkırıkları dindi ama ağlaması dinmedi. Yoruldu, kendini yere yattı. Biraz daha ağladı. Gözlerinin acıdığını hissettiğinde ağlaması da durmuştu. Kaç saat, kaç dakika orada durdu bilmiyordu. Ağlamak ona iyi gelmişti. Uzun zamandır bu kadar rahatladığını hatırlamamıştı.

Yatmaya bir son verip oturdu. Çimleri seyretti bir süre. O sırada uluma sesi duyduğunda sese dikkat kesildi. Ardından ayağa kalkmaya yeltendiğinde bir uluma sesi daha geldi. Bu sefer ses daha yakından geliyordu. Genç adam başta ne yapacağını bilemedi. Kaçması gerektiğini biliyordu ama korkudan kıpırdayamıyordu.

En sonunda hareket etmeye cesareti kendinde bulduğunda koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmeden öylece koşuyordu. Öylesine koşuyordu, bütün dertleri sanki bir anda silinmişti. Şu an için onun tek derdi kaçmaktı.

Sonrasında yağmur başladı. Yağmur onun görüş açısını zorladığından dolayı yavaşlamak zorunda kalmıştı. Ardından bir uluma sesi daha geldi. Durdu ve nefes nefese etrafına bakındığı sırada karşıda ağaçların arasından hızlı bir gölgenin geçtiğini gördü. Yanlış gördüğünü düşündü. Oraya daha dikkatli baktığında bu sefer gölge daha da yakından geçti. Hayır, yanlış düşünmemişti. Bir gölge ağaçların arasından hızla öylece geçiyordu. Korkuyla titremeye başladı. Ve adımlarını yavaşça geri sürmeye başladı.

Kaderin YadigârlarıWhere stories live. Discover now