🕸 PRENSES 🕸

Start from the beginning
                                    

Derin bir nefes çekti içine, sonra kafasını olumsuzca iki yanına sallayarak camdan dışarıya baktı bir kaç saniye. Bıkkınca bana döndüğünde sanki suçlu olan benmişim gibi sordu. "Ne yapmaya çalışıyormuşum?"

Artık daha fazla dayanamayacaktım. Ama bu tavrı da elimdeki ayağımdaki gücü çekip almıştı benden. Nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyordu?! Yada soru bu değildi. Ben böylesine yüzsüz bir adama bağırıp çağırsam ne işe yarayacaktı?!

"Evlenmek de ne demek?! Sen bana sormadan nasıl böyle bir şey yaparsın?!" İki elimi de masaya sertçe vurup hırsla ona doğru eğildim. O da doğrulup masaya doğru eğildiğinde boyunun uzunluğu yüzünden dip dibeydik şimdi. Aramızda iki karış vardı yada yoktu.

"Anlamadım?" Dedi tehlikeli bir sakinlikle, sonra aynı sakinlikle ayaklandığında bana yukarıdan aşağıya kibirle baktı. Mesafeler sağ olsun. Tek kaşı gergince kalkıktı ama bu bir sorunun cevabı için değildi. Haddimi aştığımı belli eden bir duvardı, aramıza ördüğü.

"Senden izin mi alacaktım bir de?" O büyük adımlarıyla yanıma ulaştığında şimdi çok daha korkunç duruyordu. Otururken kısa gelmişti gözüme ya hani rahatça azarlayabilirim sanmıştım, lakin şimdi... Cesaretim dışarı çıkmaya diretiyordu.

Yine de dik durdum, bu benim hayatımdı. "Ne dememi bekliyorsun? Sence mantıklı olan ne?" Diye bağırdım. Durdu, gözleri gözlerimi esir almışken ben ses tonuma vereceği tepkiye karşı temkinli olmak için bakışlarımı kaçıramıyordum ondan. O an her şeyi yapmasını bekledim.

Dikkatliydi, yeniden gözleri en derinlere indi. Sanki anlamaya çalışıyordu, öyle bir anlayıştı ki evrenimin sırlarını çözecekti.

Gözleri yavaşça kısıldığında dudağının sol tarafı da hafifçe yukarı kıvrıldı. "Neymiş?" Diye sorduğundan artık tokadımı yemek üzereydi. Tabi yanağına uzanabiliyor olsaydım.

"Ne neymiş be ne neymiş?! Bana bak!" Üzerindeki saten gömleği iki elimle de sıkıca tuttuğumda gözleri oraya düştü. Anca karın kısmındaydı ellerim. Gözleri tehlikeyle kısıldığında bu sefer bana baktı. Gülmüyordu, kızmıyordu, yada tehtit yoktu o bakışlarda. Sadece karabasan gibi çökmüştü ki üzerime içimden geçiyordu, peşinde yanan bir kül yığını bırakırken.

"Ölürüm!" Sertçe çekiştirdim gömleğini. "Duydun mu beni?!"

"Ölürüm de evlenmem seninle." Ve bu bir sitem değildi, sesimi yükseltmedim bile. Onun kadar ölümcül bir sessizliğe bürünmüştüm. Çünkü bu kelimeler buram buram ölüm kokuyordu.

"Bitti mi?" Diye sorduğunda bakışlarını benden çekip arkamda kalan bir yere dikti, derin bir nefes aldı. Bende kafamı olumluca sallayıp bıraktım avuçlarımda buruşan kumaşı. "Bitti." Bir adım geriledim sonra. Hala bu kadar kayıtsız kalabiliyorsa, demek ki bu öl demekti.

Lakin bildiğim tek şey vardı şu hayatta. Ben bir tek kendi canıma kıyamazdım. Ellerini cebine sokup arkasındaki dev camların önüne geçti. Boynunu iki yana serbest bırakırcasına genişlikte eğdiğinde sırayla kütledi her bir tarafı.

Buradan çehresinin sadece bir kısmı görünüyordu ama bakışlarındaki koyuluğu, kararlılığı buradan hissediyordum.

"Odana git şimdi, seninle evlenen yok." Suratında milim oynamadı bu kelimeleri söylerken, benim başımdan aşağıya öyle bir kaynar su dökmüştü ki bir an aklım gitti. Ağzım beş karış açık kalmıştı. Ne demek benimle evlenmiyordu?!

Buraya sinirle gelişim ve ona dediklerim gözümün önüne gelince kan yanaklarıma buram buram yakmak suretiyle sıçradı. Rezilliklerim yüzünden bedenimden bir ürperti geçti. Sonra ipleri eline alan tereddüt olmuştu. "Kimle evleniyorsun o halde?" Diye sordum hala dediklerine inanamıyorken. Bu bir nefeste dudaklarımdan çıkan nidaydı.

Şaşkınlığımı gizleyemedim, üstelik kendime sinirlenmiştim. Kaşlarım derinden çatıldığında bir süre odada sessizlik hakim sürdü.

"Kraliçeni yarın görebilirdin," Hala dışarıya bakarken, başını sağa doğru eğdi hafifçe. "eğer kralına böyle bir saygısızlık yapmasaydın."

Bana bir kez bile değmeyen bakışlarıyla tekrar olduğum yere taraf dönüp çalışma masasına geçti ve büyük bir umursamazlığa sardığı yüz ifadesini takınıp oturdu. Hatta soran olsa böyle bir konuşmanın yaşanmadığına bile inandırabilirdi onu. Öylece gömüldü saniyeler içinde o kağıtlara. Bir tanesini eline aldığında yumuşak sesi kulaklarımı doldurdu.

"Şimdi odana çık," Kağıdı okuyordu bir yandan. Ona salise bile ulaşamıyordum, beni yok saymaya ant içmiş gibiydi tavırları. Halbuki benimle konuşuyordu ben böyle hissederken. "Bir daha da dışarı çıkmayacaksın." Gözlerimdeki şaşkınlık kaybolduğunda kalbime bir yumru oturdu.

İlk başta burada tutsak kalmak bir sorun gibi gelmişti kelimeler dudaklarından dökülürken. Lakin ağırıma giden bu değildi, hazmetmek için kuru kuruya yutkundum bir kaç kere. Olmuyordu, boğazımda bir şey vardı, bir his. Gitmiyordu. Bana sinirlenecek kadar bile dikkate almayışıydı hazmedemediğim. Kavga ederiz ve o bana kendini açıklar diye düşünmüştüm. Aptalın tekiydim.

Neden burada olduğumu, kim olduğumu bile bilmiyordum. Kendimi ne sanmıştım ki koskoca kralın bana açıklama yapacağını düşünmüştüm sahiden. Ağzımdan tükenmişlikle, bir şey diyememek arasında verdim nefesimi. Öyle ki burun kıvırır gibiydi çıkan ses.

Yüzümün kıpkırmızı olduğunu da biliyordum, bakmasındı bana. Bende meraklısı değildim. Eteklerimi toplayıp geldiğim kapıdan tıpış tıpış çıktım. İki elim de iki kapılı kapının birer kolundaydı. Orada durup bekledim, bir şey demesini bekledim. Arkamı döndüm sonra, gözlerime bakıyordu. Lakin bu seferde ses seda çıkmadı. Bende bakışlarının ağırlığına katlanamayıp bir kaç adım gerileyerek tamamen kendimi dışarı atınca kapıyı üzerine kapadım.

Ellerim hala kollardayken derin derin nefesler çektim içime, sonra bacaklarım boşaldı. Yavaşça arkamı dönüp kapıya yaslandım. Elim epey açıkta kalan göğüslerimin üzerine gitti. Tırnaklarımı gerdanıma geçirdim, nefes almak için yol açıyorlardı kendilerine, sadece derimi yaktılar.

Neden bunu yaşıyordum? Benim ailem neredeydi mesela, bir kardeşim bile yok muydu omuzunda ağlayacağım? Her gittiğim yerde piç muamelesi görmek falan istemiyordum.

Hiç tanımadığım bir adamın tüm insan haklarımı kemikten sıyırırcasına tükettiğini görmeye falan da katlanamıyordum. Nefeslerim daha da derinleştiğinde göz yaşlarım gerdanımdan göğüs boşluma aktı, işte işin ciddiyetini yeni anlıyordum. Ben böyle giderse delirecektim. Ve tüm saray da sanki buna uğraşıyor gibiydi.

Ellerim duvarlardan destek alırken boş koridorlarda tutuna tutuna gittim onlara. Üzerimdeki tüm mücevherler ağır gelmeye başlamıştı sanki. Ağladığım için mi böyle hissediyordum, yoksa bunların birer parlayan taşlardan yapılmış kelepçe olduğunu anladığımdan mı?

Odama çıkarken de, çıktığımda da kimseyi görmedim. Sönmeyen şöminemin önündeki pufa oturup usulca çıkardım topuklu ayakkabılarımı. Sonra da odanın bir köşesine fırlatıp ayaklarımı ısıtmaya başladım. Neye ağladığını kendine bile itiraf edemeyince insan, göz yaşları yüzünde kururmuş.

Öyle oldu işte, silemedim bile.

Sonra da yatağıma kıvrıldım hiç bir şey olmamışcasına. Acaba prenses şu anda sarayda mıydı?

Yanına gidebilir miydim?

🕸

Şafakta Vampir Çıkmazı (+18)Where stories live. Discover now