2

123 14 2
                                    

Ali'nin konuşmasıyla gerçek hayata geri döndüm.

"Oğlum geceden kalma falan mısın sen bu hal ne?" Tam ben kendimi açıklayacakken Tuğçe araya daldı.

"Sergiye çok az kaldı ondan öyle." Başımı onaylarcasına salladım. Ali tekrar konuştu.

"Oha harbi mi? Hadi lan Ekin sana güveniyoruz Picasso olacaksın." Dediği şey ile güldüm.

"Yarın tablom sönük kalmasın o yeter şuanlık." Dememle Eylül söze atladı.

"Ne sönük kalması aylardır buna uğraşmıyor musun sen?" Dediği şeyde haklıydı, aslında kendime güveniyordum dönemimde ki en parlak öğrenci olduğumu birden fazla hocadan duymuştum. Ama insan yinede gerilmeden duramıyordu.

"Evet,ama..." Eylül işaret parmağını uzatıp dudaklarıma koydu.

"Aması falan yok." Tuğçe ona katıldığını belirtmek için konuştu.

"Ekin mal mısın allah gibi resim çiziyorsun amına bile koyarsın serginin ." Dediği şeyle bende dahil hepimiz güldük. Bana benden daha çok güveniyorlardı. Bu bir nebze olsun gerginliğimi almıştı. Hem zaten Eylül haklıydı aylardır resmimin üzerine uğraşıyordum ve sonuç gayet içime sinmişti. Ama yinede eve gider gitmez saatlerce tabloyu incelemeden duramıyordum. Bu sergi benim için çok büyük bir şanstı. Okulumu temsilen katılacaktım ve eğer sergide dikkat çekersem önüme kariyerim için bir sürü kapı açılacaktı. Bu fırsatı heba edersem kendimi asla affetmezdim.

Sergi için kalan son 2 gün vardı. Ve bu iki günde artık resmimle değil kendimle ilgilenmem gerekiyordu. Sadece tablom değil bende kişisel olarak iyi bir imaj çizmeleydim.

Eve geldiğimde anneme sarıldım ve odama geçtim. Kıyafetlerimi bile çıkarmadan kendimi yatağa attım. Uykusuzluktan başım deli gibi  ağrıyordu. Yataktan kalktım ve tablomun önünde durdum. Neredeyse tüm ayrıntıları ezberimde olan tabloyu yeniden incelemeye başladım.

Tamam her şey istediğim gibiDiye konuştum kendi kendime.  Tek yapmam gereken kafamı toparlamaktı.

Ertesi gün şükürler olsun ki uykumu almıştım. Okulda tek yapmam gereken Canan hocayla son hazırlıkları yapmaktı. Canan hoca ile yan yana durup karşıda duran tabloma baktık. Elini omzuma koyup sıktı.

"Bizi bir kere bile hayal kırıklığına uğratmadın." Dediği şey ile güven gelmişti.

"Teşekkür ederim hocam umarım hiçbir aksilik çıkmaz."

"Bu saatten sonra her şey benim kontrolüm altında sen görevini tamamladın." Haklıydı tek yapmam gereken yarın güzel bir şekilde giyinip, önemli insanlara selam vermek ve eğer tabloma iltifat ederlerse nazikçe gülümseyip teşekkür etmekti. Yani Kenan Altundağ taklidi yapmaktı. Sadece buydu. Bunu da başarabilirdim.

"Ekin senin burada yapman gereken bir şey kalmadı. İstersen eve git dinlen kafanı toparla." Evet boşu boşuna ortalıkta dolanmamın bir anlamı yoktu.

"Haklısınız hocam, ben gideyim o zaman." Canan hoca gülerek eliyle git işareti yaptı. Tüm hocalarla aram iyiydi ama Canan hoca gerçekten çok sevecen bir kadındı.

Sırt çantamı taktım ve kulaklıklarımı çıkardım. Kadir amcanın yanına gitmeli miydim? Sergimi biliyordu ve belki de benden daha heyecanlıydı. Bu hafta gelmeme gerek olmadığını söylemişti.

Tam metroya doğru yürürken durdum ve yönümü değiştirdim. Hava tam sevdiğim gibiydi. Güneşsiz ve ılık. Hem bu güzel havanın tadını çıkaracaktım hemde sergiden önce Kadir amcayı görmek eminim ki iyi gelecekti. En sevdiğim şarkılardan oluşan playlistimi açtım ve hiçbir sey düşünmeden sadece anın keyfini çıkararak işe doğru yürümeye başladım.

Kapı açıldığında çıkan zil sesi ile Kadir amcanın beni fark etmesi bir oldu. Gelmemi beklemediği için masasının üzerinde duran küçük takvimi eline alıp kendine yaklaştırarak kontrol etti. Tarihin doğru olduğunu anlayınca gözlüğünü çıkarıp boynuna bıraktı.

"Senin yarın sergin yok mu? Niye geldin." İç çekip çantamı koltuğa attım ve yanındaki tabureye oturdum.

"Sergiden önce seni görmek istedim. Dua et bana yaşlıların duası kabul olurmuş." Dediğim şey ile yaşlı adam güldü.

"Ederim tabi oğlum. Arkadan kendine de bana da bir çay koy gel hadi." Dediği şeye cevap vermeden direkt kalkıp arka tarafa gittim. İçinde zaten hazır çay olan demlikten ikimize de çay koydum. O görmesin diye şekeri burada atıp yavaşça karıştırdım ki ses çıkmasın. Şeker atınca bir saat laf ediyordu. Elimde iki çayla birlikte tekrar ön tarafa çıktım.

"Allah allah çocuğa bin defa tepsiye koy diyorum. Oğlum bir yerini yakacaksın ne zorluk çıkarıyorsun kendine." Çayını önüne koyup kendi çayımı da kendi tarafıma koydum.

"Ama bak hiç dökmedim." Kadir amca elini kime anlatıyorum dercesine salladı. Kadir amca emekli tarih öğretmeniydi. Dedemin arkadaşıydı fakat dedem ben cok küçükken vefat ettiği için dedemden daha çok Kadir amcayı tanırdım. 2 sene önce evde oturmaktan sıkıldığı için küçük bir kitapçı açmaya karar vermişti. Hiçbir kâr amacı gütmeden açtığı bu dükkan garip bir şekilde oldukça tutmuştu.

Gerçi kitapları aldığı fiyatin üzerine 10 lira katıp sattığı için tutmaması daha garip olurdu. Hacer teyze öldükten sonra evde durmak zor gelmeye başlamıştı onun için. Bunu kendi hiçbir zaman söylemese de anlamak zor değildi. Evden kaçmak için sabahtan akşama kadar dükkanda çay kahve içip sudoku çözüyordu. Sudoku çözmekten sıkılınca kendine bir kitap seçip onu okuyordu. Bunu döngü haline getirmişti. Bende haftanın 3-4 günü yanına geliyordum. Hem onun yapması riskli olan işleri yapmak için hemde ziyaret etmek için. Aldığım harçlık sayesinde de bir nebze boya paramı çıkarmış oluyordum. Hemde kitapları bedava okuyabiliyordum. Bence oldukça kârlı bir anlaşmaydı.

Kadir amcanın yanında yaklaşık 1-2 saat oturduktan sonra kalktım. Güneş batmaya başlamıştı.  Tekrar kulaklıklarımı taktım ve metroya doğru yürümeye başladım. Yarın büyük gündü.

RİYAKÂR (BxB)Where stories live. Discover now