Kaşlarını çattı. "Az evvel adını bilmiyor gibiydin?"

"Soruma cevap ver işte."

"Bilmiyorum." Dedi Derya sıkıntılı bir ses tonuyla. "Bilmiyorum işte Efsun." Diye parladı en sonunda da.

"Dün de bilmiyordum, bugün de bilmiyorum. Muhtemelen yarın da bilmeyeceğim. Anladın mı? Sürekli sürekli üzerime gelme, basıyorsun beni"

Efsun, tüm bu kargaşaya sadece yan bir sırıtış sunmuştu. Bu adamın böyle yapacağını biliyordu, arkadaşını uyarmıştı. Ben demiştim dememek için kendini zor tutuyordu. "Tamam. Neden kızıyorsun merak ettim sadece?"

Derya gerçekten sinirlenmişti ve içinde kendine Ateş'e ya da tüm bu yaşanılanlara, kadere olan sinirini Efsun'dan almak istermiş gibi bağırmaya başladı. "Bir haber olsaydı anlatabileceğim tek kişi sensin. İlk gelip sana anlatacağımı biliyorsun. Sürekli sürekli haber var mı diye sormanın asıl sebebini anlamayacak kadar salak değilim!"

Kayıtsızca gülmüştü Efsun hiddetle bağıran arkadaşına karşı. Bilgisayarına dönmeden evvel fısıltı şeklinde konuştu ancak Derya onu duymuştu.

"Kalpte evet, kafada hayır olunca kızlar."

Derya ise hayret etmişti. Kendisi gerçekten o kadar büyük şeylerle savaş veriyordu ki, Efsun'un bunu anlayabileceğinden emindi ancak o resmen bilerek alaya vuruyordu her şeyi. "Şaka gibisin şu an. Benimle alay edişini anlıyorum."

"Güzel" dedi Efsun bu sefer sert sesiyle. "En azından anlıyorsun. Aşk o kadar da gözlerini kör etmemiş."

"Efsun!"

"Ne?"

Derya daha az evvel yönetici mülakatından çıkmıştı. Pek de iyi geçtiği söylenemezken bu gece nöbeti vardı ve yanında vakit geçirdiği en yakın arkadaşı onu zorbalamaktan bir an olsun kaçınmıyor, lafını asla esirgemiyordu. Biraz huzurlu bir ana ihtiyacı vardı.

"Bunu daha fazla uzatmayacağım."

Efsun, kafasını salladı dümdüz. Yüz ifadesi de sertti. "Sen bilirsin." Dedi. Ve ardından ekledi.

"Acıkmadın mı? Bir şeyler söyleyelim."

"Acıktım. Bu mülakat beni çok gerdi. Üstelik baş hekimin yeğeni de mülakattaydı. Bak buraya yazıyorum, onu seçecekler."

Efsun, telefonundan bir numarayı tuşlarken yeniden düz ifadesiyle Derya'ya baktı.

"Burası Türkiye, Derya Ece Bozdağ. Gerçeklerle biraz geç tanışmış olman derinden yaralıyor beni."

Dudaklarını büzdü kadın. "Of. Ama benim hakkım. O kaltağı biliyorum. Adam akıllı dikiş bile dikemez, nasıl cerrah olmuşsa."

"Hayat böyledir, fazla takılma. Mülakata onu da çağıracaklarını öğrendiğimden beri bu işi artık çok istememeni söyledim sana. Çünkü bariz o seçilecek Derya. Tüm bu mülakattı, soruydu, değerlendirmeydi, hepsi düzmece."

"Haklısın galiba."

Sessizce geçen birkaç dakikadan sonra kafeteryadan sipariş ettikleri tostlar odalarına gelince evrakları bir tarafa toplayıp masada yer açtılar. Beraber oturup yemeğe gömüldüklerinde Derya'nın aklına yine Ateş düşmüştü.

"Sadece iki hafta geçti ama asırlar geçmiş gibi hissediyorum."

Efsun, dönüp dolaşıp aynı yere geldikleri için sıkılmıştı. Gözlerini devirdi. "Bak Derya." Dedi bıkkınlıkla. "Bu adamdan sana yar olmaz."

Derya ise onu hiç dinlemiyordu. "Sosyal medya kullanıyor mu acaba?" Bu haliyle oldukça hasta gibi görünüyordu. Bir sinirleniyor, Ateş'e kızıyordu. Bir içi öyle bir özlemle doluyordu ki kızmak şöyle bir dursun onun sesini duyabilmek için bile her şeyi yapabilirdi.

Güneşin Çocukları / DESCENDANTS OF THE SUN KORE DRAMASI UYARLAMASIDIRWhere stories live. Discover now