rose

64 9 1
                                    





"Merhaba," diye bilgisayarın ekranına bakınırken karanlıktan başka hiçbir şey görmeyeceğimi anladım ve mırıldandım.

"Perdeleri açmaya gidiyorum. Oda baya karanlıkmış."

Yabancı bir erkek sesi kulaklarıma iliştiğinde yamuk kestiğim saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Tamam, durum toplantısı yapacak olursak; anonim olarak konuştuğum çocuk beni görüntülü olarak aramıştı ve bilgisayarda karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Kesinlikle benimle dalga geçiyor olmalıydı.

"Kesin kameran bozuldu değil mi? Ve hayatın ne tesadüfüyse o beni görüntülü aradığın ana denk geldi-"

Bilgisayarda hafif bir aydınlanma olduğunda görüş alanıma ilk olarak yer yatağı girdi; dağınıktı ve bir sürü koyu renkli yastıkları vardı. Daha sonra yer yatağının arkasındaki renkli yapışkan kağıtları gördüm. Hepsi küçük bir not şeklindeydi ve dağınıkça duvara yapıştırılmıştı.

Ve birisi aniden bilgisayarın karşısına oturdu. Bilgisayarın ekran ışığı yüzüne vuruyor, çıplak omuzlarını ve omuzlarının üzerindeki küçük benleri aydınlatıyordu.

"Sana perdeleri açmaya gittiğimi söylemiştim. İnsanlara inanmayı denemelisin."

Sesi sıradan bir çocuğunkinden farklıydı; hırıltılı ve kısık çıkıyordu. Muhtemelen günde bir paket sigara içmekten bu hale gelmişti. Fakat bu sadece bir ihtimaldi.

"Kalsın, ben dersimi çoktan aldım." dedim bilgisayara biraz daha yaklaşıp onu incelemeye başlarken. "Anonim olarak kalacağını sanıyordum."

Koyu mavi gözlerini kısarak omuz silkti ve dudağının sol tarafı hafifçe havalandı.

"Ben de öyle sanıyordum," Ellerini birbirine çırptı. "Taa ki, senden engel tehditi yiyene kadar."

"Burnundaki şeyler ne?"

Burnunda ince boru gibi şeyler vardı ve her iki burnundan kulaklarının arkasına kadar uzanıyor, tekrardan çenesinin altında birleşerek tek boru halinde aşağı iniyordu.

Burnundaki ince borulara dokundu. "Şu şeyler mi?"

Kafamı sallamakla yetindim.

"Onlar nefes almam için. Ciğerlerim normalden fazla küçükmüş doktor amcaların dediğine göre."

Sol yanağında iki tane küçük beni vardı ve diğerlerine nisbeten biraz büyüğü hemen çenesinin sağ alt köşesinde yerini almıştı. Koyu siyah saçları dağınıktı ve üzeri çıplak.

Gözlerinin kızardığını görebiliyordum. Muhtemelen birkaç dakika önce ağlamıştı. Yoksa bu kadar taze kızarıklıkların olması imkansızdı. Ya da bu normal gözlerinin yapısıydı.

Fazla ilginç yüzü yoktu sadece hoştu.

"Beni incelemen bittiyse sayın dedektif, şimdi asıl konumuza geçebilir miyiz?" diye gülümseyerek sorduğunda dağınık koyu renkli saçlarını karıştırdı.

"Asıl konu?" Tek kaşımı kaldırarak ciddiyetle sordum.

"Benimle konuşmak zorundasın ve engel yok."

Kaldırdığım kaşımı indirdim.

"Gerçekten odanda mı yaşıyorsun?" dedim ekranda görebildiğim kadarını inceleyerek.

"Engel yok değil mi?"

Derin bir nefes alıp sandalyede arkama yaslandım ve nefesimi bıkkınlıkla dışarı verdim.

"İstediğini alana kadar pes etmiyorsun." Bakışlarımı kendi odamda gezdirdim bir süre. "Tamam dediğin gibi olsun."

Seslice güldü ve üşümüş gibi kollarını göğüsünde kavuşturup kendine bir nevi sarıldı.

"Bence gövde gösterisi yapmana gerek yok. Üstünü giyebilirsin."

Kafasını iki yana sallayarak ekrana biraz daha yaklaştı. Böylelikle gülümsemesini daha yakından görmüş oldum. Güzeldi.

"Genellikle oda fazla sıcak olur bu yüzden çıplak gezerim. Ama seninle konuşacağım için fazladan şeyler giydim üzerime. Bu benim ne kadar kibar olduğumun bir göstergesi."

Kaşlarımı tekrardan havalandırıp işaret parmağımdaki yüzüğü baş parmağımla oynatmaya başladım. Düşünceli olduğumda hep bunu yapardım.

"Fazladan şey?"

Bilgisayarın içindeki çocuk yüzündeki gülümsemesini gram azaltmadan ayağa kalktı ve tekerlekli olduğunu tahmin ettiğim sandalyesinin üzerine çıktı. Bunu neden yaptığını ilk birkaç saniye algılayamadım fakat düşüncelerimin duvara toslaması sonucu kafamı iki yana sallayıp derin nefes aldım.

Üzerindeki kısacık şorttan bahs ediyor olmalıydı.

"Normalde bacak kesen birisi değilim anonim, sandalyeden inebilirsin."

Kollarımı göğüsümde birleştirdiğimde bilgisayardaki çocuk sandalyeden indi ve tekrardan oturarak kollarını göğüsünde birleştirdi. Çocuk gibi bir ifadesi vardı; sürekli gülümseyip saf saf bilgisayar ekranına bakıyordu.

"Hâlâ odanda yaşadığını ikna olamadım. Bana odanı göster." diye gıcık bir sesle konuşup bakışlarımı bilgisayara sabitledim.

"Ve konuştu noktaların kraliçesi." Alayla gülerek bilgisayarın ekranından tuttu ve kameranı odasına çevirdi.

Odası baya dağınıktı.

Yerde bir sürü dergi, plastik tabak, çorap, ne olduğunu bilmediğim zımbırtılarla doluydu.

"Odamı nasıl buldun? Gerçi biraz dağınık ama ben idare ediyorum."

"Biraz mı? Baya terör girmiş odaya sanki." dedim hayretle.

Kameranı tekrardan kendine çevirdiğinde hâlâ gülümsediğini görebiliyordum. "Biraz öyle evet." diye beni mahçup bir ifadeyle onayladı.

Kırmızı gözlerinin irislerindeki hafif mavilik dikkatimi çekti; gözleri koyu mavi olmalıydı. Fakat karanlıktan dolayı pek bilinmiyordu.

Yüzü biraz şişmişti; ya yeni uyanmıştı ya da tahminimce ağladığı içindi.

Bir süre sessizce birbirimizi izledik. Bir süre gittikçe çoğaldı. Her dakika sesler yok olmaya yüz tuttu. Konuşacak konumuz bitmiş gibi iki dilsiz kesildik birden.

"Seni bazen geceleri dörtte arayacağım." diye fısıldadı uzun sessizliğin ardından. Kafamı sallamakla yetindim. Niye kabul etmiştim bilmiyorum ama o an buna ihtiyacı varmış gibi hissettim.

"Lena Ray." diye fısıldadım onun gibi. "Tam adım yani."

"Lana Del Rey gibi mi?"

"Hayır, sadece Lena Ray. Dümdüz. Hiçbir anımsatma ya da farklılık olmadan. Sadece bana ait."

Kafasını yavaşça aşağı yukarı salladı.

"Cole," diye yine aynı hırıltılı sesiyle fısıldadı. "Yani sadece Cole. Soyadımı kullanmıyorum."

Kafamı salladım onun gibi.

"Merhaba Cole,"

"Merhaba Lena Ray."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 04 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

rose-water feelings Where stories live. Discover now