10

524 26 71
                                    

1

Yoongi, en yüksek yere çıkmış ardından oradan düşerek parçalara ayrılmıştı. Taehyung'dan öncesi ve Taehyung'dan sonrası olarak. İndirmemek için savaş verdiği gardlarına rağmen yaşadığı farkındalıklar onu biraz sarsmıştı. Hayatını tamamen darmadağınık gündelik zevklerle yaşadığı gibi mesela ya da yetişkin olmayı yanlış anladığı gibi yine de sorun değildi, yaşıyordu.

Piyanosu kendisinin hâlâ en yakınıydı ve onunla sakin bir mekânda çalmaya devam ediyordu. Beyaz gömleği, siyah pantolonu ile oldukça şık duruyordu. Boyattığı kızıl kahve saçları onda değişik bir hava yaratmıştı. Sosyal medyayı takip eden herkes onu tanıyor olsa da bu buz prensin duvarlarını kimse kıramamıştı. Seul'un parlak ışıkları solunda ki camdan göz alıcı şekilde görünürken çalmaya devam etti Yoongi.

Aylar ayları, aylar yılları kovalamıştı. Yoongi yalnız öleceğine emindi. Ağlamaktan göz pınarları kurumuş, acıdan kalbi donuklaşmıştı. Bu yüzden tek aşkı olan piyanosu ile gözleri kapalı şekilde performans sergilerken çevreden kopuktu. Işıltılı elbiseler, pahalı küpeler ve nicesi etrafında dönüyordu. Yine de kimin umurundaydı.

Yoongi'nin binasını yıkmışlardı, Seul'a dönmüştü ve artık jakuzisinde inanılmaz manzarasına sahipti, yine de dümdüz duvara bakarken ki gibi açık değildi ufku. Unutma beni çiçekleri Yoongi'nin tüm balkonunu kaplayacak kadar büyümüştü artık balkonu çiçeklerle doluydu. Yoongi artık zengindi ve artık yalnızdı. Kendi seçmişti, sorun değildi. Her zaman seçimleri ona aitti bu yeterdi.

Yoongi parmaklarını tüm acılarını, tüm günahlarını işlercesine basıyordu tuşlara ve insanlar onun hiddetini anlasın istiyordu ama kimse farkında değildi. Jungkook'un fotoğrafları billboardları kaplar olmuştu. Kendisinin cüzdanında ise tek bir vesikalık vardı. İşte hayat bazen böyleydi, hepsine sahipken bir anda hiçbirine sahip olamıyordun.

Yoongi performansı bitince ayaklandı ve başıyla kendisini alkışlayan insanlara selam verdikten sonra oradan platformdan inerek ilerledi. İltifatları kabul etti ve kendisine bir kadeh alarak balkona ilerledi. Bitse bile sürekli doldurduğu çakmağı gecenin karanlığında ateşledikten sonra gecenin içerisine üfledi sigarasının dumanını.

"Muhteşemdin"

"Teşekkür ederim"

"Yoongi, benimle Paris'teki bir sergiye gelmek ister misin?"

"Bilemiyorum, Minhyuk"

"Hadi ama çok güzel olacak havan değişsin"

Yoongi, gözlerini turuncu saçlı arkadaşına çevirdi. Minhyuk, özel takılar tasarlardı. Ayrıca çini sanatına da yeteneği vardı. Onun da sanat koktuğuna emindi yani. Kafasını salladı, ellerini çırpan arkadaşının kulağındaki küpeler sallandı. Cinsiyet normlarını yıkıp geçen arkadaşı inanılmazdı.

"O zaman yarın saat 9'da seni alacağım"

"O kadar erken mi?"

"Evet, o kadar erken"

Yoongi sakince kafa salladı. Sigarası bitince kadehi fondipledi.

"O zaman ben kaçıyorum"

Boş bardağı arkadaşına verdikten sonra mekândan dışarı yürüdü. Asansör ile garaja indi ve içine Taehyung kadar yakıştığını sanmadığı arabasına binip oradan ayrıldı. Tek kolunu dayadı açık olan cama ve şehrin rüzgârı içinde tek eli dudağında tek eli ile direksiyonu tutarak ilerledi.

Jungkook onu bir süre daha zorlamış sonra akademiye giderek kariyer basamaklarını hızla tırmanmıştı. Hoseok artık büyük bir yayın şirketinin başındaydı. Taehyung'un hâlâ nerede olduğunu bilmiyordu ve kendisi, kendisi eski dönemin parlayıp sönen siyah kuğusu. Yavaş düşüş dedikleri bu olsa gerekti.

SlowdiveWhere stories live. Discover now