sıfır

44 3 0
                                    

jongseong, karşılıksız sevmeye alışmıştı.

bunu, sessiz bir aralık akşamı jaeyun'a söylediğinde bir cevap alamamıştı. jaeyun'un bile omuzlarına ağır gelen bu yük, jongseong'u her geçen gün yıpratmaya devam ediyordu ve ilk başlarda tatlı gelen bu acı; şimdilerde kalbine iyi gelmiyor, dizlerindeki bağı çözüyordu. 

jongseong, jungwon'u sevmeye alışmıştı. 

bu kadar zor olacağını biliyordu, bunun farkında olarak kabul etmişti duygularını. yüreğine saplanacak olan her bir sancının getireceği hayal kırıklıklarını toplamıştı parmak uçlarında. jungwon'un aklında olmadığını ve asla olmayacağını bilerek atmıştı adımlarını. küçüğün kalbinde olan boşluğu asla dolduramayacağının farkında olarak her bir gün daha fazla aşık olmuştu. jongseong, her bir gün sonunu göremediği uçuruma doğru giderken bir gün bile olsa pişmanlık duymamıştı. jongseong, jungwon'u sevmenin getirdiği küçük kelebeklerin çırpınışlarına o kadar odaklanmıştı ki, tatlı acının onu öldürmeye başladığını fark ettiğinde çok geç olduğunun bilincindeydi. jungwon'un güzel kalbinde, en değerli köşede olan heeseung'un yanından geçemeyeceğini, küçüğün parmak uçlarını hiçbir zaman kendi avuçlarında hissedemeyeceğini biliyordu ama bunun hayali onu iki ayağının üzerinde tutmaya yetiyor; artıyordu bile.

derin nefeslerinin ciğerlerine ulaşmaya mecali kalmayıp yarı yolda yorgunluklarını dile getirince ellerinin arasındaki şakaklarını iyice ovaladı. uzun zamandır peşini bırakmayan bu panik atakları, istediği veya istemediği her yerde onu buluyor ve zaten taşıyamadığı ağırlığın altında kalmasına yardım ediyordu.

''hoon.'' diye fısıldadığında arkadaşı yavaşça ona döndü, belki de yüz kişinin bulunduğu amfide başına giren keskin saplantı ve ciğerlerine ulaşmakta zorluk çeken nefesleri akrebin yelkovandan daha uzun olduğu bir noktada bekliyordu.

sunghoon'un elleri sırtını bulup yavaşça sıvazlamaya başladığına arkadaşının yavaşça ondan geriye saydığını duydu jongseong, panik atakları ne zaman onu bulsa sarışının yaptığı hep bu olurdu. jongseong, bunun onu nasıl rahatlattığını bilmiyordu ama belki de sunghoon'un yanında hissettiği varlığı; onu bu düşüncelerin içinden sıyırıp içinde olduğu zaman mutlu olduğu bir yere getiriyordu. 

jongseong, panik ataklarının bu sıralara neden daha fazla yaşandığını biliyordu. annesini neden aramayı bıraktığını, jungwon'u her gördüğü yerde yolunu değiştirdiğini ve her perşembe yaptıkları buluşmalara neden katılmadığını biliyordu. içinde büyüttüğü yetersizlik ve değersiz olma hissi onu istemediği kadar çok sarmalamış, jongseong'u kaçtığı noktaya geri atmıştı. 

heeseung'un bir suçu olmadığını biliyordu, jongseong'un içinde kendi elleriyle yoğurduğu kalıbın sahibi olması onun sorunu değildi. jungwon'un da değildi, her olayda vazgeçmesini yalvaran jaeyun'un suçu da değildi, şu an sırtını sıvazlayıp son beş dakikadır olduğu gibi ondan geri sayan sunghoon'un suçu da değildi. jongseong, kendi kayıplarını kendi vermişti; kendini aramaya da vakit ayırmak istememişti.

''çıkıyoruz.'' diye seslendiğinde sunghoon'u duyduğundan emin değildi. esmer tenine çarpan fakat içindeki ateşi söndüremeyen rüzgar onu sarmaladığında hızlıca eşyalarını toplayan sunghoon'un bir hayal olmadığını öyle anlayabilmişti.

nereye götürüldüğünden emin değildi ama yavaşça dağılan kalabalık nefes alması için daha uygun bir ortam yaratmış ve şakaklarındaki ağrıların bir anlığına vazgeçmesine sebep vermişti.

''hyung!'' 

jongseong, daha önce bu kadar hızlı tepki verebileceğini bildiğinden emin değildi. jungwon'un sesi belki de koridorun sonundan, yanı başından veyahut kampüs binasının camından geliyor olabilirdi. jongseong'un hiçbir fikri yoktu ama kulaklarına dolan naif sesin ciğerlerine dolduğunu, şakaklarındaki ağrının kendileri için yeni bir yer bulduğunu hissediyordu.

''biz de sizi arıyorduk.'' jungwon'un yanındaki riki, yavaşça elini kaldırdığında jeonseong küçüğün iletişimine gülümsedi.

''sorun nedir?'' diye sorduğunda jungwon ona gülümsedi ve kolunu yavaşça büyüğün koluna geçirdi. onu koridorun sonuna doğru sürüklerken bugün derslikte yaşadıklarını anlattığına emindi fakat jongseong'un onu bir dakika olsun bile dinlemediğini, yerini bulduğu için sevinçli olan gözlerini jungwon'un güzel yüzünden ayırmadığını bilmiyordu. fark etmiyordu, jungwon; bir kerecik olsun jongseong'u görmüyordu.

''sunoo hyung'un bölümünde bir etkinlik varmış. bizi oraya çağırdılar.'' dediğinde yavaşça gülümsedi jongseong. küçüğün yüzündeki heyecan ve bu duygunun yarattığı küçük gülümseme karnındaki o küçük kelebekleri harekete geçiriyordu.

''heeseung hyung'da orada olacağını söyledi.''

jongseong nefes alamadı.

''sunoo hyung bugünün ona ilan-ı aşk etmem için güzel bir gün olacağını söylüyor,'' diye ekledi jungwon gözlerini jongseong'un yüzünden ayırmayarak.

''sence de öyle mi hyung?'' 

jongseong gülümsedi.

''bugünden daha güzel bir gün olamazdı.'' dedi çıkmamak için savaşan sesini zorla boğazından atarak. jungwon bunu fark etmedi; ilan-ı aşk ibaresini duyunca çatılan kaşlarını, dolan gözlerini veyahut kanayan avuçlarını fark etmedi.

jongseong kanadı, jungwon farkında bile olmadı.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jan 16 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

unutulmayan biri hep vardırWhere stories live. Discover now