~

"Madem bir şeyler biliyorsun? Neden konuşmadın?" Sesimi çok sakin tutmaya çalışıyordum fakat içimde ki o volkanlar buna pek izin vermiyordu. Kuzey'den asla bu kelimeleri beklemezdim. Ondan bir şey saklamasını beklemezdim. Beni bu kadar kolay kandırmasını.

Çoktan eve gelmiştik. Kuzey onu sadece bir kaç kere eve giriş çıkış yaparken gördüğünü söylemişti. Dediğine göre kız eve çok nadir geliyor ve kimseyle konuşmadan Alex'in yanına gidiyordu. Ayrıca Ön kapıyı değil arka kapıyı kullanıyordu.

Ama ben onun sesinden bundan fazlasını gizlediğini anlamıştım. Onu çok zorlamıştım ve sonunda bana bir kaç kelime bir şeyler anlatmıştı.

"Madem Alex'in pis işlerini bu kadın yapıyor, neden anlatmadın?" Sesini çıkarmıyordu. Sanki sonsuz bir sessizliğe yemin etmişti. "Söz verdim çünkü. Zamanında bana yardım etti ve ben onu saklayacağıma söz verdim." Kafayı yemek üzereydim. Hayatımı mahveden insanları savunuyordu.

"Nasıl yapabilirsin bunu ya!? Bir şeyler bildiğin halde nasıl saklarsın!?" Derin bir nefes aldı. Soğuktu, çok soğuktu. Bu gri duvarlar bana sadece soğuğu ve sessiz haykırışları hatırlattı nedensizce. "Aynı Yamaç gibisin," Sesimi çıkarmadım. Beni onunla aynı kefeye koyması kesinlikle zoruma gitmişti. Ben onun gibi hasta değildim.

"Kendi uğurları dışında kimseyi düşünmeyen, Yamaç gibi." Dayanamadım. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. En güvendiklerim bile teker teker beni bir yerden vuruyordu.

Vuruyor, kırıyor, parçalıyor.

"O kızın nasıl bir hayat geçirdiğini bilmiyorsun, kimlerin gölgesinde yaşadığını mesela..." Daha fazlasını söylemedi. Ne benim sesim çıktı ne onun. Evin içinde sadece takır takır camlara vuran yağmurun sesi duyuluyordu.

Ben bu adamla evlenecektim ve hala onun geçmişini bilmiyordum. Ben bu adamla evlenecektim ve hala kafamda ki yapboz da eksiklik vardı. Çoğu parça kayıptı. Çoğu anı, çoğu acı, çoğu yaşanmışlık...

Belki de ikimizin de kafamızı toparlaması gerekiyordu.

"Nikah için gün aldığımı söylemiş miydim?" Ortaya bomba gibi bıraktığı cümlelerle bir an büyük bir şoka uğradım. Ben bu adamla evlenecektim derken bir şeylerin bu kadar hızlı gerçekleşmesini beklemiyordum.

"Neden her şeyde bu kadar hızlı gidiyoruz, yani her şey anlamsız ve çok hızlı sanki-" Lafımı böldü. Sözleriyle değil, gözleriyle, lafımı böldü.

"Sence de yeterince zaman kaybetmedik mi? Yoksa alt tarafı beş yıl falan mı diyorsun?" Hiç bir şey demedim. Belki de haklıydı. Ben artık orta yetişkinlik çağına gelmiştim fakat hiç bir şeyi bilmiyordum. Koskoca dünya da milyonlarca bilgi vardı ve ben bu kadar bilginin arasında sıfırdım.

Ben bir hiçtim.

Tepki vermediğimi görünce biraz bana doğru eğildi. Kafamı kaldırıp ona bakmaya cesaret edemedim. Ona baktığımda doğruları görecektim.

"Ya biz bir aile olamadan, ikimizden biri ölürse?" Bu kelimeler göğüsümün her bir tarafına saplanmıştı. Nereden çıkmıştı şimdi ölüm? "Nereden çıktı bu?" Yüzünde gülümseme vardı. Acı bir gülümseme. "Neden hızlıyım biliyor musun...?" Eline telefonunu aldı. Hızlı hızlı telefondan bir şeyler yaptı fakat tam göremedim.

Telefonu tam olarak bana çevirdiğinde bir sürü tahlil sonucu gördüm. Tarihi ise buraya döndüğümüz zamanın tarihiydi. Dikkatlice baktım telefona. "Bak bu tahlilleri görüyor musun? Görevde olduğum süreç boyunca vücuduma bir sürü ilaç, bir sürü zehir girmiş. Yediğim yemeklerden içtiğim sudan..." Nefesim kesildi. Ben o an o zehirleri, o ilaçları kendi vücudumda hissettim. "Ölüyorum Pınar. Tedavi oluyorum ama ölüyorum." Gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Şaka yapıyor olmalıydı.

Gri Asker Where stories live. Discover now