"Ne çekişip duruveriniz garı!" diye susturuverirdi hepsini...

Evde yorgunluğumu attıktan bir müddet sonra bahçemize çıktım. Zehraların evine yakın olan beyaz bambudan yapılmış bahçe masamıza ilerledim.

Elime aldığım 'P.S. I love You'u okumaya başlamıştım. Belki de onuncu defaydı bu.
İkinci sayfasını çevirdim ki, uzak bir yerden NIRVANA Smells Like Teen Spirit çalmaya başladı.

Ses kulağımda dolanınca müzik eşliğinde okuyordum kelimeleri. Uzaktan gelen müzikle, huzurla okudum kitabımı.

Gün batımıydı artık bunu saçlarıma arkamdan vuran güneşin kızıllığından anlıyordum. Saçlarıma ışıl ışıl vurduğunu hissediyordum. Güneş, sanki saçlarımı öpüyordu gitmeden evvel. Şarkıyı da her kim dinliyorsa döndürüp döndürüp çalıyordu, bıkmadan usanmadan.

Belimde oturmaktan biraz ağrı hissedince, kitabı önüme koyup, kollarımı gergince yukarı kaldırdım ve belimi germeye başladım.

Belimi esnetirken, başımı da yukarı gerdiğim kollarımın arasında hafif dairelerle sallamaya ve boynumu germeye başlamıştım gözlerim kapalı.
Havanın güzelliği, insanı mest etmeyecek gibi değildi. Muhtemelen yüz ifadem de mest olmuş gibiydi.
Gözlerim kapalı derin bir nefes aldım ve aldığım o derin nefesi geri verirken yavaştan gözlerimi araladım.
Kollarım havada asılı yavaşça aralanmış gözlerim, bana mıhlanmış bir çift göze saplandı.

Gözgöze geldiğim adam...

"Hello, Hello, Hello, How Low"

Gözlerimin devamlı müdavimi.

"Hello, Hello, Hello, How Low"

Odasının terasında oturmuş, sigara içerken, gözlerini kısmış bana bakıyordu. İlk defa onu sigara içerken görüyordum.

Sigaranın gri dumanı bir zehir gibi ince ince süzülüyordu çehresinden. Gözleri ise sigaranın dumanından daha pusluydu. İri elmacık kemikleri bu mesafeden bile parlıyordu.Kollarım havada bakakaldım ona. Koyu gözleri vahşileşmiş ve katran karasına dönmüştü.

Gözleri yine ayrılmıyordu en derinlerimden ve derin derin ciğerlerine çekiyordu dumanı. Sanki sigara değildi içine işlediği.
Her ne varsa, beni bilmediğim karanlık bir sokakta ürkütücü seslerle yapayalnız kalmışım gibi tedirginleştirmişti. Öyle ki sadece bir bakışıyla bile nefesim sıklaşmıştı.

"Ertesi gün oldu mu yanı başımda ağlayıp sızlayan bir kız çocuğuyla uğraşamam!"
Gözlerimi nefret kaplarken, hızla önüme döndüm ve kitabımı aldığım gibi eve geri girdim.

Bahçede ilerlerken arkamdan müziğin git gide kısılan son sesleri geliyordu.

"A Denial, A Denial, A Denial!" 

"Hadi şimdi git ve ufacık da olsa bir aklın varsa benden uzak dur."

"A Denial!"

Evet koca bir inkar...

◇◇◇◇◇◇

Sabahlar daha erken oluyordu artık ekinoksa yaklaştıkça. Hafta ortasıydı bu gün. Biraz yürümeye karar vermiş ve erkenden kalkmıştım.

Yorulduğum yerde taksiye binerim diye düşünmüştüm. Sabahları daha bir temizdi hava.

Ne güzeldi Tuzla'nın havası...
800 metre kadar rahat yürütmüştüm. Caddeye dönmek için sağ sokağa girdiğimde arkamdan bir ses duydum.

"Zeynep!"

Hah bir sen eksiktin! Bir günüm huzurlu geçsin be ya!
Gözlerimi tahammülsüzce devirirken arkamı döner dönmez konuştum.

"Efendim Saynur?"

"Nasılsın? Ben de yürüyüşe çıkmıştım."

Zeynep, Saynur için de külahını çağırsan mı acaba?
Malum sen yemiyceksin bunu ziyan olmasın!

"İşe gidiyordum." dedim düz bir sesle.

"Zeynep aslında seni gördüğüm çok iyi oldu! Geçen gün gördüğün şeyi kimseye söylemezsen sevinirim, çünkü.. yani.. özel bir şey sonuçta."

"Evet bence de Saynur özel bir şey! Özel şeyleri de özel yerlerde yapmak lazım değil mi?"

"Durduramadık ikimiz de bir anda oldu, sevgilim sonuçta o benim."

Sevgilim...

Doğru. Gördüğüm üzere Sevgilisi...

Doparlan Zeynep!

"Kimseye söyleme diye her yoldan geçerken sizi görene ikaz etmeye uğraşacaksan eğer sen bilirsin. İstediğiniz yerde yapın bana ne?"

Gözlerini alınmış gibi kıstı.

"Sen hiç aşık olmamışsın herhalde Zeynep! Aşık olunca gözün görmez, kulağın duymaz... Teni tenine karışsın istersin sadece!"

Yutkundum ama sanki boğazımda bir taş vardı inmiyordu.

Kalbim?
Kalbimm?...
Nerdesin Kalbimm? Ses ver!...

'Ağlıyorum rahat bırak beni!'

Kalbim ağlıyor.

Ben kendimle baş etmeye çalışırken, devam etti karşımdaki ses.

"Yok burda olmaz, birileri görür desen bile; bir öpüş bir dokunuştan sonra Mert'e 'hayır' diyebilmek mümkün değil... Bunu anlamanı beklemiyorum, sonuçta böyle biriyle birlikte değilsin." dedi tek kaşını havalandırmış bir halde.

Nispet mi yapıyor?
Nispet mi bu?...
Yok canım sana öyle geliyor Zeynep.
Beynim?
Nispet mi yapıyor sence Beynimm?...
Beynim cevap veer!!
'Kaşar bu yaa, yorma beni bunun için!'
Beynimi yoramam.
Zeynep işim var de siktiri çek Zeynep. Hadi!

Tam cevap verecektim ki:
"Zeynep!" diye başka bir ses duydum.

Ama bu ses içimi ısıtıyordu. Solumdan buraya yaklaşan Osman'la Funda'yı gördüm.
Tekrar:  "Zeynep." dedi Funda.

Bir Saynur'a bir de bana bakıyordu şaşkınca.
Saynur:

"Neyse size iyi günler, ben de yürüyüş yapıyordum, karşılaşınca iki laf ettik, gideyim artık!" dedi bir bana bir de Fundalara bakarak.

Tabanları yağlayıp mı gitti o?

Funda bana doğru geldiğinde:

"Günaydın cano. Ne konuşuyordunuz? Yüzün düşmüş sanki?" dedi kaşlarını çatarak.

"Hiiç önemli bir şey değil ya." dedim kelimeleri ağzımın içinde yuvarlayarak.
Osman da o sırada yanı başıma geldi hemen.

"Emin misin Zeyno'm?"

"Bir şeyim yok. Merak etmeyin."

Funda; Yaa emin misin cano? Gözlerin doldu, söylesene bize." Dedi.

"Yok bir şey, hadi sizi çok seviyorum. İşe yetişmem lazım!"dedim ikisini de öperken.

ŞAFAK VAKTİWhere stories live. Discover now