2. Bölüm

11 2 6
                                    

Selamün aleykümm

* * *

"KIZI ALIN!"

"BABA!"

"Kayla kaç!"

"Kızım git burdan, ne olur!"

Annem ve babamın sesleri, duyuyordum ama nerede olduklarını algılayamıyordum. Zifiri karanlıkta silah sesleri kulaklarımda yankı yapıyordu. Canım yanıyordu, fazlasıyla ama istediğim tek şey anne ve babamın yanına gitmekti. Bunu yaparsam eğer yakalanırdım, ama tek istediğim şey onların yanıydı.

Seslerini algılayamasam da onları bulma amacıyla koşmaya başladım, arkamda ki ayak seslerini umursamadan bağırdım.

"Anne, neredesin-"

Silah sesleri kesildi. Mekan bir anda değişti, bu sefer annem ve babam yanımdaydı, fakat benimle değillerdi.

Yerde kanlar içinde yatan iki ceset, sırtından 2 kurşunla vurulan adam kadını kolları arasına almış, kadının ise gövdesi paramparça.

Paramparça.

Annem ve babam...

***

Her gece olduğu gibi bu gece de haykırışlarımla inlettim odayı, kendime gelmek için yattığım yerden hızla doğrulup ayakladım ve odanın içerisinde dolaşmaya başladım.

Terden yüzüme yapışan saçlarımı arkaya atıp kollarımı kendime sardım ve nefes almaya çalıştım.

"Kabus gördü herhalde, baksanıza sesi kesildi."

"Deli değil mi sonuçta? Boş verin gidelim. Zaten en olmadık güne nöbet yazdılar bir de bunlarla uğraşamam."

"Geliyorum."

Duyduğum seslerle kıkırdamaya başladım, elimden geldiğince sessiz olmaya çalışarak deli gibi güldüm...

Kabus?

Kabus değil; Anı.

Kabus değil; Yıkılış.

Kabus değil; Hayatım.

Kabus değil; Ölümüm.

Gülüşüm yavaş yavaş solarken duvara yaslanarak yete oturdum. Kollarımı dizlerime sarıp o anları kafamdan atmaya çalıştım.

Bilinçaltı ne kadar berbat bir şeydi?

Keşke Esrarengiz Kasaba'da ki gibi bir icat olsaydı da, unuttursaydı bize geçmişimizi. Silseydi bütün yaşanmışlıkları.

Tekrar gülüp kafamı dizlerime koydum ve  uyuyamadığım için sabaha kadar orada oturdum.

* * *
Hazar'dan:

Yan odadan gelen bir bağırışla yatağımdan sıçrayarak kalktım.

"Şu tımarhaneye beni tıkanları sürüm sürüm süründüreceğim," diye homurdanırken artı olarak bir de gülme sesi eklendi.

Bu kadın ne yaşıyor?

Neden ses yalıtımı yok burada?

Yataktan kalkıp direkt kapıya yöneldim ve nöbetçi olan görevlilerin bulunduğu odanın kapısını çaldım.

"Yine ne oluyor oğlum gece gece?" diyerek kapıyı sertçe açan adam beni görünce yerinde sıçrayıp kendine çeki düzen verdi.

Oda leş gibi sigara kokuyordu ve koltukta tekevizyon izlerken uyuyakaldığı belli olan bir adam horluyordu.

"Buyurun Hazar Bey, kusura bakmayın ben şaşırdım biraz."

"Siz böyle mi nöbet tutuyorsunuz?!"

Karşımda ki adam mahçup bir şekilde gözlerini kaçırırken özür dilemişti. Umrumdaydı sanki.

"312 de kim kalıyor?" diye sorduğumda şaşkınlıkla bana döndü, beklemiyordu belli ki.

"Yeni gelen bir hasta efendim, rahatsız mı etti?"

"Rahatsız etti demedim, kim dedim?"
Bu tavırları en çok onlar hak ediyordu.

"Kayla Yiğit, 23 yaş-"

"Neden gelmiş?" İlgili tavırımı gördükçe daha da çok şaşkına dönen adam konuşmasına devam etti.

"Ailesini 4 yıl önce kaybetmiş, ağır bunalım içerisinde. Birkaç kere intihar girişiminde bulunup başaramamış. Psikoloğu bile kızın sorununun tam olarak ne olduğunu anlayamıyormuş, anlasa şaşılır. Kızın dilini bıçak açmıyor."

"Yeterli," deyip odama geri döndüm.

"Kayla yiğit" diye mırıldanıp düşünmeye başladım.

Nereden tanıyorum ben seni?

* * *
Kayla'dan:

Uykusuzluktan şakaklarımda oluşan ağrı görmezden gelinecek derecede değildi. Çökmüş göz altlarım ve solmuş tenim de bunu destekliyordu.

Aynanın karşısından çekilip görevli bir kadının kahvaltının yanında getirdiği ilaçları da alıp banyoya girdim. İlaçları peçetenin üzerine koyup elime ilk gelen şeyle toz haline getirdim ve peçetenin içindeki tümtozları lavobunun içerisine doküp suyla temizledim.

Yüzümü soğuk suyla yıkayıp az da olsa kendime geldiğimde üzerimde ki kıyafetleri çıkarıp duşa girdim.

Bornozumla banyodan çıktığımda yemediğim kavhaltı tepsisinin alındığını görüp gülümsedim. Bornozumu çıkarıp aynaya baktığımda ise gülüşüm tekrar soldu.

Neredeyse bir kemik parçasında ibaret bir beden.

Bugün öğle yemeğini yiyeceğim sanırım.

Bunu düşünmeyi bırakıp üzerimi giydim ve yatağa uzandım.

Yapacak hiçbir şey yok.

Bir odada tıkılıyım.

Hapisten farkı yok.

İstediğim de bu değil miydi zaten? Ne diye sorgulayıp duruyordum ki..

Sanki bir şey değişecekmiş gibi.

Değişmesini mi istiyordum?

Hayır.

Değil mi?

Hayır istemiyordum. Buna ben göz yummuştum ki istediğim şey de buydu.

Düşüncelerin arasında kaybolurken kapı çaldı, doğrulup müsait olduğumu belirtince kulp zorlanarak açılmaya çalışıldı.

Kaşlarımı çatarak ilerleyip kapıyı açtım ve gördüğüm şeyle şaşırmamak elimde değildi.

Küçük bir kız çocuğu, yanakları kızarık bir şekilde bana bakıyordu.

Ben ona aval aval bakarken utançla "Abi?" dedi.

Abi mi?

Oradan bakınca abiye benzer bir halim mi var çocuk?

Derken bir doktor yanımıza gelip gülümseyerek kızı kucağına aldı ve bana, "Kusura bakmayın Kayla hanım, odaları karıştırmış, çocuk işte," diyerek yanımdan ayrlıdı ve kızla birlikte yan odaya girdi.

Kapımı kilitlemeleri gerekmiyor mu?

Filmlerde öyle oluyordu...

Allah Allah.

Garip bir ifadeyle odaya tekrar girdim ve odanın köşesinde ki kitaplıktan rastgele birşey alıp okumaya başladım.

Evet, böyle zaman geçirebilirdim.

Acaba o kızı bir yerde görmüş olma olasılığım yüzde kaç?

~~~~~~~~

Umarım beğenmiştirsiniz.

İyi günlerr💙💙💙

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 24 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

~ Kayla & Hazar ~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin