viii. doubts, knowns, unknowns, thoughts and truths

Start from the beginning
                                    

Efsaneye göre Laocoön'in bu sözlerine güvenilmemişti. Zaferlerini kutlama tutkusu o kadar büyüktü ki, hem akıllarına hem de kalplerine herhangi bir potansiyel tehlikenin var olabileceği şüphesi hiçbir şekilde yoktu. Ama sonra Laocoön'ün haklı olduğu ortaya çıktı çünkü antik efsaneye göre tahta atın içerisi Yunan savaşçılarla doluydu. At şehre girdiğinde, aynı gece zafer kutlaması oluyordu ve o  sırada tahta atın içerisindeki Yunanlılar dışarı çıkıp ne var ne yok her şeyi yerle bir ettiler ve o ana kadar fethedilemeyen Truva şehrini de fethetmiş oldular.

Ancak Laocoön kehanetinin gerçekleştiğini görecek kadar hayatta değildi. Yurttaş Truva askerlerini, güvenmemeleri konusunda uyarmaya çalıştığı anda, deniz tanrısı Poseidon'un gönderdiği iki dev deniz yılanı, onu ve ikiz oğulları Antiphas ile Thymbraeus'u acılar çektirerek öldürmüştü.

Aradan elbette yüzyıllar geçti ve Laocoön, insanların Vatikan müzesindeki 'Laocoön ve oğulları' heykeline hayranlıkla baktığında hatırladığı efsanevi bir figürden başka bir şey olarak kalmadı. Ancak o zamandan bu yana bu sözü hayatımızın bir parçası olmuş, insanın bilinmeyene ya da şüpheli görünene karşı kendini güvende hissetme ihtiyacında bir emniyet valfi rolü üstlenmiştir. Yani, Latince ya da İngilizce versiyonundaki "Armağan taşıyan Yunanlılara dikkat edin" deyimi, her türlü örtülü tehlikeye karşı tedbir göstergesi olarak metaforik olarak kullanılan bir deyime dönüşmüş oldu.

Şu ana kadar pek bir hediye almadığım için buna dikkat etmeme gerek yoktu sanırsam.

En son birinden hediye aldığımda çok küçük yaşlarımda olduğumu hatırlıyorum. O da teyzem Sheila tarafından verilen eski bir asker şeklindeki oyuncaktı. Üniversiteden tanıştığı Fransız asıllı şu adamla evlendikten sonra taşındıkları evde bulduğunu söylemiş ve artık sahipsiz olduğunu düşündüğü için de bana vermişti.

Başımı yavaşça kaldırarak durdum ve dudaklarıma küçük bir gülümseme yayıldı. Sheila teyzemi severdim, yani çok olmasa da annemden daha katlanılabilir bir kadındı. Biraz manipülatif buluyordum, bunu bazen bana da yapıyordu. Ama yine de kötü biri değildi. Ne yaşadığını ve onda nasıl şeylere yol açtığını bilmiyordum, tek bildiğim annemle kardeş olduğu için ebeveynlerinin aynı oluşuydu. Yani, aynı evde büyümüşlerdi ve Sheila teyzem annemden dört yaş küçüktü. Evin en küçüğü olduğu için büyükbabamların ona nasıl davrandığını bilmiyordum, bana hiç anlatmazdı. Annemden anımsıyordum. Yani, annem de bana eski aile yaşantısını anlatmazdı. Söylenmelerinden, bağırışlarından anlardım. Beni hiçbir zaman da annesinin ve babasının evine götürmemişti. Araları pek yoktu. Birkaç kez gittiğini görmüştüm, o da miras dağılımı işleri içindi. Ve eve her döndüğünde de öfkeli olurdu. Muhtemelen şu çok istediği Dallas'taki eski evi diğer üç kardeşinden biri alıyordu ama ben ne olduğunu sormazdım. Sormak istemiyordum çünkü. O da benim ilgisizliğime sinirlendiği için bağırarak durumu söylenirdi, bir nevi anlatırdı. Sevilmeyen bir çocuk olduğu belliydi ama neden olduğunu bilmiyordum.

Tabii biraz zaman sonra annem olduğu ve bana nasıl davrandığını düşünüyordum ve cevabı aramama gerek kalmıyordu.

Ama Sheila teyzem biraz farklıydı. O durumu düzeltmeye çalışıyormuş gibi olurdu, annemse durumu daha da mahveden taraf. İkisinin de bazı zamanlar ev içerisinde kavga ettiğini görürdüm ama kaset çalarımı alıp dünyadan kendimi soyutlamak bana daha cazip gelirdi. Yine de Sheila teyzem iyi biriydi. İyi bir insan olmak için en azından çabalıyordu. Konuşmalarımızdan anımsıyordum bunu.

Küçük adamım, Percy, bugün hangi kitabı okudun bakalım? Odamın kapısına her geldiğinde ilk bu sözleri duyardım ondan.

Küçük adamım.

Kötüler Çağı Where stories live. Discover now