HAYAT VE OKUL- 30

Start from the beginning
                                    

"Oyun işte" diye mırıldandı kadın, buruk bir tebessümle. Azize'nin sırtını sıvazlayıp çabucak yemesini söyledi. Bu güne dek biriyle savaşa girip pes ettiği görülmemişti. Komşusuyla anladığı dilden konuşmak istiyordu. Sakin ve olaysız geçen günlerin ardından, bu konuk ona keyif verecekti.

Azize, düşünceler eşliğinde yemeğini yedi. Ne tadına vardı, ne normalden yavaş çiğnediği lokmalarına bir zaman saydı. Şu sıralar bir öğretmeni tarafından inancı sorgulanıyordu. Hatta hakaret işitiyordu. Pozitif ilimlerden başkasına inanmayan biyoloji öğretmeni, sene başından beri fırsatını buldukça bilimden başka bir hakikat olmadığını söylüyordu. Azize kâinata yerleştirilmiş kanunların gözle görülür gerçekler olduğunu elbette kabul ediyordu. Ama öğretmen yalnızca bilime ve maddiyata inandığını söyledikçe, manevi gerçekleri reddettiğini öğrencilere hissettiriyordu. Henüz üçüncü haftada Azize, maneviyatın ve inancın en büyük hakiki gerçek olduğundan bahsetti kadına. Çünkü artık bu redde kızmak ve doğruları haykırmak geliyordu içinden.

Yaratılanı anlatıp, övüp de yaratana inanmamak nankörlüktü ve öğretmen bunu çok rahat ve kaygısız bir tavırla yapıyordu. Azize, düştüğünde kaldıran, karanlıkta kalsa sağında ve solundaki meleklerin varlığıyla rahatlayan, her bahar mevsiminde yeryüzünü güzel bir sergi gibi açıp envaiçeşit nimeti, çiçeği, böceği yaratan birine ulvi bir inançla bağlıydı ve ne pahasına olursa olsun her seferinde öğretmenin karşısında duracaktı. Bu gün de bir tartışma yaşanmıştı. Keyfi bir muamele ile düşecek notları umurunda değildi ama kutsal bildiğine dil uzatılmasıyla zihnen yoruluyor ve üzülüyordu.

Yine de halasının dediği gibi bir duş aldı, saçlarını tarayıp kendine geldi. Ne de olsa bir dahaki derse dinç bir zihinle katılmalıydı. Öğretmeni ikna etmek değildi niyeti, çünkü kadının inatçı ve pervasız tavırlarından, bilerek cehalete razı olduğu anlaşılıyordu. Azize doğru bildiğini anlatacaktı, Davut hocadan öğrendiklerini, bir ruha gıda olan kelimeleri söyleyecekti. Sindirim sistemini anlatırken, aslında insanın kendi vücuduna bile bir müdahalesi olamadığını ve sistemi işleten başka bir kudretin varlığını fark edemeyen bu kadının karşısında konuşmasının tek sebebi buydu.

Dolabın karşısına geçip nemli saçlarını omzunun üstüne attı. Üstünkörü bir bakış attı etrafa. Elbiseler, kıyafetler, renkler... Karnı da toktu, müsaade olsaydı da biraz uyuyabilseydi. Ya da bir bardak çay içebilseydi. Evet, güzel olurdu. Köyde kapının önünde oturup temiz havayı soluduğu günleri hatırladı. İki aylık bir hasret vardı şimdi aralarında, görkemli ceviz ağacıyla. Oysa dağın bağın yeşili yansısaydı gözlerine, pırıl pırıl olsaydı bakışları yine. Bir iç geçirdi, keşke bu günün misafirleri köyden gelenler olsaydı. İki hafta önce olduğu gibi, yine kapıyı çalsaydı dedesi. Of'tan sarı kurabiye de getirmişti üstelik. Sohbet ederken yemişlerdi birlikte.

"Azize!" Hala bağırınca sıyrıldı düşüncelerinden. Elini asılan elbiselerin arasında dolaştırdı. Kahverengi, bordo, koyu yeşil... Sonra gülümseyip bir köşede katlı duran çiçekli basma elbiseyi eline aldı. Ufak kırmızı çiçekler, siyah renkli kumaşın üstündeki uğur böceklerine benziyordu. Babaannesiyle dikmişlerdi bu elbiseyi. Aslında etekleri pileli, kolları düğmeli olsun istemişti. Çünkü Emine yengesi Gülcan'a öyle dikmişti. Kızın üstünde görünce özenip, belki de ilk kez yengesinden böyle bir ricada bulunarak aynı model elbise istemişti. Fakat birkaç mırın kırınla başka işleri olduğuna dair cevap almıştı. Üzülmekten çok kendine kızmıştı Azize. Birinden bir şey istemek de şart mıydı? Giyerdi çarşıdan ne alınıyorsa. Zaten artık o model elbise görünce aklına reddedilen isteğinin mahcubiyeti geliyordu.

Babaannesi bu istekten haberdar olunca kızı yanına çağırdı. Elindeki kumaştan, elbise dikmek istediğini söyledi. Ölçü aldı ama öyle şekilli bir kıyafet ortaya çıkartamayacağını peşinen dile getirdi. O gün epey eğlenmişlerdi. Azize kötü bir düşünceye kapılmamaya çalışırken haylazlık yapıyor, babaannesini gıdıklıyordu. Kadın da kızın yüzüne kumaş parçaları atıyordu. Hasan bey odadaki şen şakrak sesleri duydukça keyifleniyor, nene torunun neşesini bozmamak için yanlarına girmiyordu.

AZİZE (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now