26. Bölüm: "BAĞ"

En başından başla
                                    

Bakışlarındaki öfke ve soru işaretlerine bakılırsa, kısmen başarılı olmuş olmalıydım.

"Belki de sadece şalterler atmıştır," dedi Beren. Ortamda konuşulan konudan, sevgilisini ve arkadaşını aldatmak uğruna birlikte olduğu adamın bana olan bakışlarından bihaberdi. "Belki de sorun yoktur."

İdil'in sabrı tükeniyordu. "Eğer bu Pollyanna'cılık oyununa biraz daha devam edersen seni Yekta'ya bırakmadan kendim parçalara ayıracağım."

Beren, İdil'in ciddi olabileceğini sezmiş olacak ki adeta sessizlik yemini etmiş gibi dudaklarını birbirine bastırdı. O sırada şahit olduğum manzara karşısında keyiflenmek istedim ama o kadar gergindim ki yalnızca etrafımdaki tehlikelere odaklanmıştım.

Evin etrafında birinin dolaştığını duyduğumda ateş etmeye çoktan hazırdım. Diğerlerine, "Camlardan uzak durun," dedim. O sırada İdil bütün cam ve kapıya nişan alabileceği şekilde gerileyerek duvara yaslanmış, diz çökmüş, nişan almış bir şekilde bekliyordu. O kadar dikkatliydi ki arkadaşımı daha önce hiç böyle gördüğümü sanmıyordum.

Kapı parçalanarak ayrıldığında ve içeri en karanlık kabuslarımda bile görmeyi hayal edemediğim o şey fırladığında, kulağıma ilk gelen İdil'in tüfeğinden çıkan kurşunun kulak tırmalayıcı sesi oldu.

İdil bu şeyi kolundan yaralamayı başarmıştı ama hareket kabiliyetinin yalnızca bir kısmını yitirmiş gibiydi. Hiç vakit kaybetmeden el fenerimi yaratığın gözlerine doğrulttum. Cıyaklamaya benzer bir ses çıkarıp farklı bir yöne, İdil'e doğru zıpladığındaysa silahımı kavramış, kurşunlarımı saçıyordum.

Çınar'la yaptığım talimler elbette işe yaramış, atış yeteneklerim oldukça gelişmişti fakat böylesine hızlı hareket eden bir cismi vurmak için uzun süre eğitim görmem gerekiyordu. Sıktığım üç elden yalnızca biri, canavarın kaburgasını sıyırıp geçecek şekilde isabet etmişti. Ancak yine de sonuçtan şikayetçi olamazdım çünkü onu İdil'den uzaklaştıracak kadar korkutmuştum.

Biz ateş ederken Atalay aniden öne çıktı. O kadar çevikti ki bunu ne ara yaptığını fark etmedim bile. Sıkıca kavradığı çivili sopasını yaratığın çenesine savurdu. Yaratık acıyla haykırırken arkadaşım çoktan ikinci darbesini savurmaya girişmişti.

Bir an için beynimden vurulmuşa döndüm. Yekta'dan hâlâ ses seda yoktu. Bize saldıran ve bizim de delicesine hırpaladığımız bu şey, Yekta olabilir miydi? Bu hayvanın o olmamasını umdum ama bu düşünce de rahatlatıcı değildi. Zira şüphelerimizde haklıysak ve Yekta dönüşmüşse; bu yaratıkla birlikte iki canavarla baş etmek zorunda kalacaktık. Biri bile neredeyse ölümümüze sebep olacakken, ikincisiyle baş edebilir miydik?

Bu düşüncelerden kurtuldum ve şu ânâ döndüm. Yaratığın pes etmesini, kaçmasını bekledim ama o köşeye sıkıştıkça daha da vahşileşti, daha da saldırganlaştı. Sanki kaçacak yeri kalmadığını anlamış, tehlikeli bir hayvan gibiydi.

Atalay sopasını kaldırdı fakat yaratık aniden öne atıldı, Atalay'ı belinden kavradığı gibi dışarı çıktı.

Her şey o kadar hızlı, o kadar anlaşılmazdı ki bana sonsuzluk gibi gelen birkaç salise boyunca nefes bile alamadan olduğum yerde kalakaldım. Ancak İdil benim gibi değildi, şoka kapılmadı. Boğazından savaş çığlığına benzer, acı dolu bir çığlık koparıp kendini dışarı attı.

İdil, Atalay için o şeyi kovalıyordu.

Hızla onun peşinden gittim. Bu şeyi yaralamayı başarmıştık. Bu yüzden sahip olduğu hızın tamamını kullanamıyordu ancak gücü hâlâ yadsınamazdı. Atalay canavara çivili sopasıyla olabildiğince zarar vermeye çalışıyordu ama o kadar sıkıca sarmalanmıştı ki amacına istediği gibi ulaşamıyordu.

Onu böyle görmek kalbimin durmasına neden oldu. Bu şey, avını parçalara ayırmak üzere yuvasına götüren yırtıcı bir kuşu anımsatıyordu. Gözlerindeki açlığı görmemek çok zordu.

Ben bu düşüncelerle boğulurken İdil çoktan tüfeğini doğrultmuş, yaratığa ateş etmişti. Yaratığın gözlerinde benim gördüğümü görmüş olacak ki kurşunun Atalay'a gelme ihtimalini düşünmemiş, tereddüt etmemiş ve yaratığı bacağından vurmayı başarmıştı. Üstelik bacağını öyle bir parçalamıştı ki, yaratık genizden bir çığlık kopardı.

Hemen ardından ölüm dolu gri gözlerini İdil'e dikti. Bu şey insani hiçbir özelliğe sahip değildi ama ona baktığımda bir insanın şımarıklığını görür gibi oldum. Atalay'ı öfkeyle bir köşeye fırlattı. Arkadaşım havada savrulurken acı dolu bir inlemeyle yere yapıştı. Yere oldukça sert bir iniş yapmıştı, bu yüzden canının ne kadar yandığını tahmin bile etmek istemiyordum ama hâlâ yaşadığı için bir miktar rahatlamıştım.

Hissettiğim rahatlama, yaratığın İdil'e yaklaştığını görmemle dehşete evrildi.

İdil, titreyen parmaklarıyla kurşunları ortadan ikiye kırdığı tüfeğine yerleştirmeye çalışırken silahımı yaratığa doğrulttum ve biraz tecrübe, biraz da şans eseri iki başarılı atış yaptım.

Dikkati anında bana döndü.

Bu şey her ne kadar insansı olsa da odağını hızla kaybedecek kadar hayvani bir yönü vardı. Bir insan gibi düşündüğünü hissettiğim anlar olsa bile hırpani ve düşüncesiz yönünü görmezden gelemezdim.

Yeniden ateş ettim fakat yaratık son anda geri çekildi. Bana yaklaşırken ağzının suyu iğrenç bir şekilde atıyor, gözlerinde iştah dolu bir ifade parıldıyordu.

Tetiği yeniden çektim.

Boş bir klik sesi duyuldu.

Kendime ümitsizliğe ya da paniğe kapılma fırsatı vermeden el fenerimi karşımdaki şeye doğrulttum. İdil kurşunları yeniden doldurana kadar biraz olsun bu şeyi oyalamayı umuyordum ama hızla köşeye kaçışı yüzünden işim çok zordu.

Bir yandan onun gözlerini ışık altında tutmaya çalışırken diğer yandan birkaç adım geriledim fakat o her geçen saniye bana daha da yaklaşıyordu. Ölüm daha önce hiç bu kadar yakın olduğunu hissettirmemişti. Tam karşımda durup git gide bana yaklaştığında kalbim adrenalinden durmak üzereydi.

Canavar aniden öne atıldı ama kulaklarıma dolan bir kurşun ona engel oldu.

Hemen ardından birkaç el daha ateş edildi. Hedefini bulan başarılı atışlar bu şeyin yaralı bir halde arkasına bakmadan kaçıp gitmesine neden olurken şok yüzünden öylece kalakalmıştım. Tehlikenin geçtiğini kendime defalarca tekrarladım ama ölüm korkusu içime öyle işlemişti ki ondan kurtulmam kolay olmadı.

Birkaç saniye sonra zihnim berraklaşınca ve bilincim tekrar uyanmaya başlayınca bir şey fark ettim: atışlar arkamdaki bir noktadan yapılmıştı. Biri son anda hayatımı kurtarmıştı.

Yavaşça silah sesinin geldiği yöne doğru döndüm ama arkamı dönmesem de onun geldiğini anlardım. Aramızdaki o cılız bağ orada bir yerdeydi, sadece artık daha zayıftı ama hâlâ oradaydı.

Arkamı döndüm ve yalnızca saatler önce bir daha görmemeye yemin ettiğim bir çift yeşim rengi göze baktım.

-Bölüm Sonu-

PANDORA'NIN KALBİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin