2

158 28 83
                                    

~

Çarşıdan biraz uzaklaşmış sokakları geziyordum. Bir hayalet olarak etik anlayışım çok kalmasa da en azından insanlar gibi girmeme izin olan sokaklarda yürüyordum. İlgimi çeken evlerin içine de girdiğim oluyordu ama beni kim suçlayabilir ki? Ben zaten ölmüşüm.

Tek tük insanın dolaştığı sokaklarda ellerimi arkada bağlamış keyifle geziniyordum. Can sıkıcı bir durum olsa da hayalet olmanın tamamen olumsuzluklardan ibaret olduğunu söyleyemem. Sanırım en çok sevdiğim yönü özgür olmam. Hayatımın sadece ilk 11 yılında bir bedene sahip olsam bile o 11 yıl bir soylu çocuğu için kolay değildi. Herkes güç ve paraya imrenerek bakar ama hayalet olduğum zaman boyunca köylü halkın da hayatlarına şahit olduğumda bir şeyi fark ettim: onlar özgürler. Hiçbir zaman sonraki gün yiyeceği yemek için endişelenen biri olmadığım için köylülerin soylulardan daha şanslı olduğunu söylemem küstahlık olur. Bizim korunaklı hayatlarımızın aksine onların ne kadar kırılgan bir hayata sahip olduklarına şahit oldum. Günlük endişeleri açlıktan ya da soğuktan ölmemekle dolu. Tüm bunları başarıyla savursalar bile hastalandıklarında çoğu zaman bir hekime ulaşacak paraları bile olmuyor. Halkın hayatı ve endişeleri ile kendi hayatımı kıyasladığımda ne kadar birbirlerinden farklı olduklarını görmek korkutucu ve üzücü. Ama dediğim gibi tüm bunlara rağmen sıradan kesimin de imrendiğim bir yönü var. Onların özgürlükleri var. Nasıl oturacaklarını ve nasıl yemek yiyeceklerini, nasıl konuşacaklarını onlar seçiyor. Hatta kiminle evleneceklerini bile onlar seçiyor. Hayalet hayatım boyunca boynunda onlarca ağır mücevherle de mutsuz olan kadınlar gördüm. Hiçbiri kocasının çayırda bulup getirdiği bir adet çiçek karşısında genişçe gülümseyen köylü bir kadının mutluluğuna sahip değildi. Bu yüzden başta acıyarak izlediğim hayatlar bir süre sonra acıyacak konumda olmadığımın farkına varmama sebep oldu. Mutluluk, sadece para ile ölçülemiyordu. Mutluluğun terazisi insanların oburluklarına bağlıydı. Küçük şeylerle bile mutlu olabilmeyi başaranlar bu dünyadaki mutluluk zenginleriydi.

Her zaman daha fazlasına göz diken soyluların dünyasında ise bu mümkün değil.
Belki de hâlâ terazinin nasıl çalıştığını anlayamadığımız için böyleyizdir. Ama bir bakımdan acınası bir hayatımız var.

11 yıllık hayatıma baktığımda benzer sahnelerle karşılaşıyorum. Adımlarımı nasıl küçük atmam gerektiğini neredeyse yürümeyi çözdüğüm zamanla aynı anda öğrendim. Bir Leydi'nin başı her zaman dik olmalıdır, yürürken nazik ve küçük adımlar atmalısın ve vücudunda en ufak bir sarsıntıya sebep olmamalı. Doğrusunu yapana kadar aç kaldığım yemek adabı dersleri de bunun hemen ardından gelmişti. Daha sonra ise bir Leydi olmanın gerçek sorumlulukları gelmişti. Şan, harp, keman ve piyano derslerinin yanında resim dersleri de alarak sanatla yoğun bir şekilde  ilgilenmek zorundaydım. Ağabeyim kağıda üçgenler ve daireler çizip üzerlerini sayılarla donatırken ben de nakış dersleri alıyordum. Adabı muaşeret derslerim o kadar erken başlamıştı ki bittiğinde daha sahte Elodie bedenime girmemişti bile. Nasıl bir çay partisi organize edebileceğimi ya da evin Madamı olarak sahip olacağım sorumlulukları öğrenmiştim. Tüm hayatım bu sıkı eğitim ve katı kurallarla geçmişti. En sonunda ise bunları gerçekten göz önünde göstermeden ölmüştüm.

Soylu çocuklarının ebeveynleri ile de bir kurala uymaları gerekir. Bu tüm soylu ailelerde böyle olduğundan köylü bir çocuğun babasının omzunda kahkahalar atarak gezdiğini görene kadar dünyada daha farklı ailelerin olacağını düşünmemiştim. O çocuğun neşeli kahkahalarını anımsadığımda nedense damarlarımda akan asil kanla pahalı nesnelerin etrafında yaşadığım hayatım bana pek de zengin gelmedi. Soyluların dünyasında her şeyin bir kuralı vardır, ebeveynlerinden aldığın sevginin bile bir ölçüsü olması gerekir.

Madam'ın dükalığı ele geçirme planıWo Geschichten leben. Entdecke jetzt