kafamın içinde miydi canavarlar?

663 62 39
                                    

Kafamın içinde miydi canavarlar, bodrum katındaki yatağımın altında mı? Bunca zaman alırken korktuğum haplar mıydı, yoksa o canavarın ta kendisi miydim ben? Bu karanlık bodrum katındaki köşede bana yetmeyen neydi? Niçin o köşede kalmak bana rahatsızlık veriyorken hep daha fazlasını arzuluyordum? Ben daha fazlasını arzularken kaybolan Kang Taehyun, neredeydi şimdi? Kimsenin ayak basmadığı odamın karanlık bir köşesinde delirecek gibiyken ben, o burada değildi. Haplarımı da alıp gitmişti.

Ağlamak için gözlerimden yaş akmak zorunda olmadığını bana öğreten Kang Taehyun, benim dudaklarım iki yana kıvrılırken içimin kanayabileceğini biliyordu. Bildiği için belki de beni artık gökkuşaklarımın çok da renkli görünmediği bu odada tek başıma bırakmıştı, haplarım yokken kuruduğunu hissettiğim kanım damarlarımda akmıyor gibiydi; iki gündür ağzıma onun verdiği kırmızı haplardan başka hiçbir şey girmediği için bodrum katı artık eskisi gibi değildi. Eskiden kuyunun en dibine çizdiğim gökkuşaklarını seyrederken şimdi arasında sıkışıp kaldığım boş duvarlara değiyordu irislerim.

Oturduğum yataktan kalkmaya çalıştığımda titrek dizlerimin üzerine düştüm, başım dönüyordu; ben ilk defa bu kadar ayık kalmıştım. Karşımdaki aynaya bakarken dağınık siyah saçlarıma baktım, kızaran gözlerim ve simsiyah altlarıyla şimdi o acınası adama bakıyordum karşımda duran. İçimden hiçbir şey yapmak gelmese de Kang Taehyun'ın bugün bir şekilde geri döneceğini bildiğim için ayağa kalktım. Titreyen bedenimi üst kata kadar çıkarabildiğimde bodrum katından uzaklaşmak garip hissettirmişti, kaç gündür oradaydım? Belki de Kang Taehyun olmasa orada çürüyüp gidecek bedenim, zihnimdeki gölgeler beni ele geçirecek ve öleceğim. İstediğim bu muydu gerçekten? Yoksa istemediklerim miydi hep avcumun içindekiler?

Mutfağa girip etrafa baktım, evim gibi hissettirmeyen bu aydınlık yerin her köşesinde Kang Taehyun'ın kokusu vardı. Etraf düzenli ve temizdi, ona burada kalması için yalvaran benken kendi evine gitmeyip bütün gününü burada geçirmesi de canımı sıkmaya başlamıştı. Buzdolabını açıp içine göz attığımda derin bir nefes alıp yiyecek bir şeyler aldım. Zaman geçmiyordu, geçse de ben hep geriye gidiyordum sanki, bir şekilde kendimi hep geçmişe dönerken buluyordum. Aklımı kaçıracak gibiydim, bir şeyler atıştırdıktan sonra belimde duran ince şortumu çıkarıp yere sürtünen adımlarımla banyoya yürüdüm, bodrum katı gibi karanlık ve depresif değildi burası çünkü her yer Kang Taehyun'ındı.

Mayıs ayının ortasındayken üşüyen ben, sıcak su tenime değdiğinde başımı eğip su giderinden yavaşça aşağı kayan su damlalarını seyrettim. Dudaklarım arasından sıyrılıp yere düşen sıcak su damlalarının ağzımda bıraktığı tat yutkunmama sebep oldu, haplarım olmadan ne kadar dayanabilirdim? Kang Taehyun bunu mu merak ediyordu yoksa beni öldürmeye mi çalışıyordu? Üstelik dışarı çıkamayacağımı bildiği için bu onun için çocuk oyuncağı gibiydi, bana ne istese yapabilirdi; belki de oyuncağı olan bendim bunca zaman, oynadığı bendim hep. Onun yardımı olmadan duş almak ise garip hissettirmişti bana, sanki bana nazikçe dokunan elleri ıslak tenimdeymiş gibiydi; burada değilken bile hep zihnimin bir köşesindeydi, aldığım kırmızı haplar mıydı beni bu hâle sokan?

Kang Taehyun'ın soğuk dokunuşları aklıma geldiğinde bir elimi duvara yaslayıp başımı hafifçe yere eğdim, haplara olduğu kadar ona da ihtiyacım vardı. Bunca zaman deli gibi kanıma karışan haplarım değil miydi yoksa? O muydu, onun arsız sözleri ve elleri, bana bakarken yanan gözleri miydi? Sıcak suyun akıp gittiği soğuk tenim kasılmıştı, kafamı biraz daha eğerken bacaklarımın arasındaki sertliğe bakıp derin bir nefes aldım. Serserinin tekiydi, burada değilken bile ensemde fısıltılarını hissettiğim için ondan nefret ediyordum.

heaven and back, taegyu.Where stories live. Discover now