7- METEOR

203 26 4
                                    

~Hoseok

2 saatlik oyun vaktinin ardından köyden ayrılma zamanımız geldiğinde çocuklarla tek tek vedalaştım. Diğer geldiğimde bana 7 taş oynamayı öğreteceklerdi.

Ormanda sürekli çocukların nasıl kişilikleri olduğunu, neleri sevdiğini, neler yaptığını, yaşlarını, her şeyi sormuştum. Yüzbaşı ise büyük bir sabırlılık göstererek hepsini cevaplamıştı.

"Peki ya siz? Siz yüzbaşı?"

Bana kaşlarını çatıp baktığında, anlamadım der gibi baktı.

"Sizin aileniz nerede? Nelerden hoşlanırsınız? Neler yaparsınız?"

"Ben..."

Nehre geldiğimizde kenardaki taşlara oturduk. Bi süre öylece akıp giden nehri izledi. Bakışları bana döndüğünde çok boş bakıyordu. Hissiz.

"Babam...şehitti. Annem babamdan birkaç yıl sonra kanserden vefat etti."

Derin bir nefes aldı.

"Kardeşim...abim, ablam. Kimsem yok."

"Akraba?"

"Kimse...tek yakınım...belimdeki silahım."

"Ben..."

"Bir şey demene gerek yok."

Bir süre sessizce oturduk. Hava kararmaya başlayınca kamp alanına varmıştık bile. Gece yine aynı odada kaldık. Benim uykum gelene kadar da bende kendimle ilgili şeyler anlattım. Konu arkadaşlarıma gelince horlama sesini duymuştum.

Öyle yakınımdaydı ki. Kirpiklerini bile sayabilirdim. Beyaz teni, mum ışıkları altına aydan daha çok parlıyordu. Aralık pembe dudakları.

1 hafta geçmişti. Bu süre boyunca sınır dışına tatbikata giden birkaç askerin şehit düştüğünü, birkaçının da yaralandığını öğrenmiştik. Neyseki yüzbaşı iyiydi. Gelen 5 askerle yakından ilgilenmiştim. Oda bana yardım etmişti.

O olmadığı zamanlar, şu 2 asker arkadaşı Namjoon ve Jungkook yanıma geliyor, yüzbaşı bana yardım etmezlerse onlara ceza vereceğini söyleyip, gerek olmayan işleri bile yapıyorlardı.

Arada köydeki çocuklar geliyor, birlikte oyun oynuyorduk. Yüzbaşı sürekli bizi izliyor, katılması için ısrarlar etsem de bir türlü ikna olmuyordu.

Günlerim böyle geçiyordu. Bazen askerleri toplar, birkaç ilkyardım taktiği veriyordum. Bazen ise onlar beni çağırır, birkaç savunma hareketi gösterirdi. Yine askerlerden biri beni eğitim için çağırdığında, idman yaptıkları alana gitmiştim.

Sabahtan beri dışarı çıkmadığım için, havanın garipliğini yeni fark ediyordum. İkindi ikindi ne bu karanlık hava böyle? Sanki farklı bir hava vardı bugün ha? Rüzgar esiyordu ama ters yöne doğru. Kötü bir şeyler mi olacaktı acaba?

"Bay Jung!"

"Lee Ju Hyun! Diğerleri nerde?"

"Yüzbaşı, ormana teftişe çıktı. Birkaç asker köye gitti. Joon ve Kook nehre gitmişti."

"Hala gelmediler mi?"

"Hayır."

Onu geride bırakıp nehre doğru yol aldım. Bu saatte sessiz olan ormandan birkaç ses geliyordu ama pek anlaşılmıyordu. Nehrin yakınlarına geldiğimde yerde baygın yatan NamKook ve başlarında onları uyandırmaya çalışan yüzbaşı.

"Yüzbaşı? Ne oluyor burda?"

"A Jung...bende bilmiyorum ki! Biraz önce geldim bende. Bu haldeydiler. Ne yapacağız? Üzerlerine su döksek mi?"

"Hayır hayır! Öyle uyandırırsak şoka girebilirler. Baygınlar mı acaba?"

"E heralde. Ölü olup nefes almadıklarına göre?"

"Tamam tamam...o zaman uyanmaları için başka bir şey bulalım..."

Düşün düşün...

"Buldum!"

"Ne buldun?"

"Acaba buralarda...pis kokan bir bitki...ot. Bir şey var mı?"

"A pis kokan ot...ot...ot yok ama...daha iyi bir şey var."

"Tamam...getir o zaman. Uyandıralım şunları."

Bir şey söylemeden, baygın ikilinin yanına ilerledi. Neye sırıtıyordu şimdi bu? Namjoon'un önünde eğilip, siyah botlarını çıkarmaya başladığında ne yapmaya çalıştığını anladım.

"Sen...ciddi misin?"

"Elbette. Sabahtan beri çalışan bir askerin, ayak kokusu hiçbir şeyde yoktur."

Gülerek yanına ilerledim. O Namjoon'un sağ ayağındakini çıkartırken, bende Jungkook'un sol bağcıklarını çözdüm. Sonrası ne mi? Ayakkabıları burunlarına tuttuktan birkaç dakika sonra sıçrayarak uyanmışlardı.

"Joon? Kook? Ne oldu size?"

"Evet. Neden bu haldesiniz?"

İkili biraz toplandıktan sonra çıkardığımız botlarını giyip, yüzlerini yıkamışlardı.

"Joon Hyung...ne olmuştu bize?"

"Şey..."

Bi süre düşündükten sonra sanki başlarının üzerinde ampul yanmış gibi gözleri kocaman açılmış, birbirlerine bakmışlardı.

"Ne oldu söylesenize?"

"Biz...burda su doldurmak için gelmiştik...sonra...gökten 2 tane meteor düştü. Biz de onları görünce kendimizden geçmişiz."

"Ne meteoru oğlum? Ne diyorsunuz?"

"Meteor mu? Ne meteoru? Ne saçmalıyorsunuz siz?"

"Hyung inan bize! 2 tane ateş saçan meteor!"

"Başka bahane bulamadınız mı? Yürüyün! Gidiyoruz!"

Onlar oflarken bizde sessizce kampa gittik. Gittik ama...burası resmen talan olmuştu. Eşkıyalar mı gelip dağıtmıştı burayı?

"Ne olmuş buraya?"

"Buranın hali ne böyle?"

Etrafı kolaçan ettikten sonra hiçbir şey bulamadık. Ta ki; idman yapılan alandaki sesleri duyana kadar.

"Sessiz olun."

Yavaş adımlarla alana gittiğimizde birkaç askerin yerde baygın bir şekilde yattığını gördük. Bir de; ayakta durmuş 2 beden. Ve onlara gülüyorlardı. Tanrım! Bunlar kesinlikle terörist!

Yüzbaşı silahını alıp, onlara bağırdığında 2 beden de bize döndü. Yüzlerinde; şal ya da bone olarak kullanılan bez parçasından dolayı yüzleri görünmüyordu. Tanrım! Ellerinde bıçak vardı!

Yüzbaşı Joon'un arkasına geçmemi söyleyince ikili beni arkasına aldı.

"Teslim olun!"

İkili bıçaklarını yere atıp ellerini kaldırdı.

"Açın yüzlerinizi!"

Önce birbirlerine bakış attılar. Sonra elleri yavaşça peçelere gitti. Yüzlerini açtıklarında 2 şaşkınlığı bir anda yaşadım.

"Yüzbaşım! Bunlar onlar! Size bahsettiğimiz 2 meteor!"

2 meteor dedikleri; Jimin ve Seokjin hyung mu? Tanrım! Onlar burdalar! Üstelik terörist kılığında? Ve şuan ikiside bana bakıp sırıtıyor.

∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆∆

Ay Helü! Nasılsınız? Ben iyiyim diyelim.
Bölümü erken yazdım. Çünkü yeni ficler üzerinde çalışıyorum ve onlara da bölüm yazmam gerek. Tabiki yine SOPE. 3 taslak var ama bi 5 bölüm yazdıktan sonra aticam. Neyse. Size demiştim. JinMin ikilisi geldi! Namkook onlara meteor demekte haklı değil mi ama?

Oy ve yorum yapmayı unutmayın!

Sope'la Kalın☀🌙

Aurora / YoonSeokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin