6| ''There is only one thing I know. I don't want to lose you.''

Start from the beginning
                                    

Gerçekler yüzüme tokat gibi çarptığında, çökmüş omuzlarım olabilirmiş gibi daha çok düşmüştü. Jackson'un söyledikleri, gerçek olmasına karşın kalp kırıcıydı. Doğru olanı yapıyordu. İçinden ne geçerse söylüyor ve beni kandırmıyordu. Yalnızca artık olumsuz şeyler duymak, benim de psikolojimi bozmaya başlıyordu. Gerçekleri duymak güzeldi, kandırılmadığımı biliyordum yalnızca biraz daha yumuşatılabilirdi. Bu konuda Jackson fazlasıyla katıydı.

"Anlıyorum." Diyerek geçiştirdiğimde, Jackson derin bir iç çekmişti. Beni üzdüğünü fark etmiş olmalıydı.

"Kalbini kırmak istememiştim."

"Kalbim o kadar çok kırılıyor ki, inan bana artık verebileceğim tek tepki tepkisizlik oluyor."

"İçinden benim ne kadar kaba ve boktan bir insan olduğumu haykırdığını biliyorum."

Dudaklarım hafifçe kıvrıldı, "Boktan demedim."

"Yani kaba dedin öyle mi? Bence sen benim değerimi bil, hiç olmazsa sana bağırmıyor veya küfretmiyorum."

"Bu aralar duyduğum tek şey, elimdekilerin değerini bilmemle alakalı." Dediğimde, Jackson'un kaşları çatılmıştı. Bunu dört gündür sürekli olarak tekrarladığım için, artık oldukça dikkatini çekiyordu.

"Jungkook'un söylediği tek bir cümleye, günlerce takılıyorsun fakat ben sana her gün, "Bu hayat, günlerini kendini hırpalayarak geçirmen için fazla küçük." Dediğimde, bunu hiç mi hiç aklına takmıyorsun, neden?"

"Çünkü senin söylediklerin bir kulağımdan girip bir kulağımdan çıkıyor ama Jungkook'un söylediği tüm cümleler beynimin içinde dönüp duruyor."

"Dürüst olduğun için sana kızamıyorum da."

Şefkatli gözlerle bana baktığında, gülümsemişti. Saçlarımı karıştırmaya, ardından ise okşayarak göğsüne yatmama sebep olduğunda kıkırdamış ve Jackson'a sokulmuştum. Beni bir çocuk gibi sevmesinden çok mutlu oluyordum. Bunu hep yapardı. Saçlarımı okşar, yanağımı sever, bazen ise beni sırtına alır ve tüm şirkette koşarak beni kahkahalara boğardı.

Jackson bunu yaparken, kendimi her zaman onun küçük erkek kardeşi zannederdim ve bu çok güzeldi. Zaten, o her ne kadar reddetse de, beni "Küçük Tatlı Kardeşim" diye kaydettiğini biliyordum ve bu çok sevimliydi. Dışarıdan soğuk gözükmesine karşın, içten içe duygusal ve anaç bir tavrı vardı.

"Kızma zaten, sev beni." Demiştim, şımarık bir şekilde. "Benim sevgiye ihtiyacım var."

"Seviyorum zaten, çok seviyorum hem de. Sana nasıl kıyabiliyorlar hiç anlamıyorum. 21. yy.da hâlâ seni itici bulan insanlar ve sana kötü davranan bir "Jungkook" var. Oysa, sen küçük tatlı bir erkek çocuğu gibisin. Kıvır kıvır olan sarı saçların, her daim sana bol gelen kıyafetlerin, saçlarının arasından asla çıkarmadığım mor çıtçıtlı tokan ve yüzünde sürekli olarak insanlara attığın masum bir gülümsemen var. Buna rağmen hâlâ seni itici bulan insanların yorumlarını okuduğumda onlara, "Bana bak, sürtük!" diyerek kızmamak için zor duruyorum."

Kıkır kıkır gülmeye başladığımda, "Bana yapılan yorumları okuyup sinirlendiğine inanamıyorum." Demiştim. "Ben bile bunu yapmıyorum."

Jackson ise sanki hatırladıkça bir kez daha sinirleniyormuş gibi derin bir nefes almış, "Kimse benim küçük erkek kardeşime laf edemez." Demişti. Bu tavrına gülmeye devam ettiğim ve Jackson'un sinirlenmesini izlediğim sırada kapı çalmış ve ikimizin de dikkati kapıya çevrilmişti.

Yuna odaya girdiğinde, "Kim Sihyeon geldi." Demişti.

Kaşlarım çatılmış, anlamsız bir şekilde kız kardeşime bakmıştım. Kim Sihyeon, SDM şirketinin kadın idollerinden bir tanesiydi. Daha önce en ufak bir etkileşimimiz olmamıştı ve aniden gelmiş olmasına şaşırmıştım. Yine de bozuntuya vermemiş, yüzümdeki mimikleri değiştirip güzel bir tebessüm yerleştirmiştim. Şirketime kadar gelen birine kötü davranmak saygısızlık olurdu ve bunu ne Jackson ne de ben yapardık.

Love Me Harder | TaekookWhere stories live. Discover now