3. BÖLÜM

17 8 0
                                    

Ben her zaman konuşmam

Ben senin susmalarını dinlerim.

(Özdemir Asaf – Yuvarlağın Köşeleri)

Yeryüzünde, insanın yaptığı tüm ışıkların üzerine bir perde gibi iner karanlık. Kötü insanların kalplerine, görmek istemeyenlerin gözlerine, görülmek istemeyenlerin üzerine. Herkesin karanlığı başkadır. Kiminin karanlık duyguları, kiminin karanlık istekleri, kiminin karanlık arzuları vardır. Kimininse içinden bir türlü kurtulamadığı, önce çıkmaya çabalayıp sonra pes edip alıştığı, gün geçtikçe bir kabın her köşesini dolduran su gibi ruhuna, bedenine, bedenindeki her bir gözeneğe sızan bir karanlığı vardır.

Karanlığın örtemediği tek bir ışık vardır. Yıldızlar... Aydınlıkta biz göremezken de parlarlar, karanlık üstlerine çöktüğünde de. Işıklar söndü diye yıldızlar parlamayı bırakmaz diyorlar ya hani... Asıl marifet ışıklar gittiğinde parlamak zaten. Parlamak ve kendi karanlık yoluna kendin ışık olmak. O yolda kendi ışığınla çıkışı bulmak. Karanlığın rutubetli, bayat ve solgun havasından çıkıp ışığın temiz havasını çekmek ciğerlerine.

Ben hiçbir zaman parlamadım. Ben hiçbir zaman kendime ışık olamadım. Yaşayabilirim dediğim anlarda bile tek yaptığım kendi karanlığıma sığınıp, yağmurda köşelere sığınan yavru kediler gibi çaresizce oturmaktı. Kurtarılmayı beklemedim, kendimi kurtarmayı da denemedim. Ama şimdi benim o lanet karanlığım bilincimi yuttuğunda, gördüğüm zifiri bir siyah değildi. Yıldızları görüyordum. Yıldızların üzerine yükseliyordu bedenim ve kendi içimden gelen puslu bir ışıkla parlıyordum. Ben... ilk kez parlıyordum.

Kulaklarım önce uğultulara titredi. Etrafımdan gelen boğuk uğultular kulağımdan zihnime erişti. Gözlerim açılmak için kıpırdarken uğultular netleşti. "Deniz!" diye haykıran bir adamın sesi bomboş bir odayı andıran beynimde yankılandı. İlk kez bomboş olan beynimde şimdi sadece onun yüzü vardı. Sanki adımı seslendikçe, onun sesi bir şekle bürünüyordu kafamda. Bana her seslendiğinde gözleri, burnu, dudakları, yüzü bir bir yapboz gibi oluşuyordu. Kuş gibi havada süzülen bedenimi güçlü kollar sarmalıyordu. Sıcaklığı tenime bulaşıp sanki damarlarıma karışıyordu.

"Deniz! Deniz lütfen aç gözlerini!" diye haykırdı yeniden o ses. O adam... Yapboz tamamlandı ve yüzü artık tüm çıplaklığıyla önümdeydi. Yunus...

"Bir şey yapın! Bir şeyler yapın, ona bir şey olmasına izin vermeyin!" diyordu hararetle. Endişenin her tonuna bürünmüştü sesi. Önce zihnim yeni bir karanlığa teslim oldu. Ben göklerde süzüldüm, süzüldüm ve bir anda görünmeyen kollar beni o yıldızlı gökyüzünden aşağı var gücüyle ittiğinde dünyaya çakıldım. Gökyüzünden daha karanlık olan ışıklı dünyaya...

Gözlerimi zorlukla araladığımda tepemdeki ışıklar gözlerimi yaktı. Yüzüm acıyacak kadar buruşurken yine de kendimi uyanmaya zorladım. Etrafımdaki uğultular netti artık. Zorlukla başımı çevirdim ve onu gördüm. Yatağımın yanında oturmuş, iki eli cansız bir bedene aitmiş gibi görünen kolumu sıkı sıkı tutmuş, başını kolumu tutan ellerine yaslamış dizlerini sabırsızca sallıyordu. Yumuşak, siyah saçları her hareketiyle tatlı bir okyanus dalgası gibi hareketleniyordu başında. Etrafıma baktım. Hastanedeydim. Kuruyan boğazım canımı yakınca zorlukla yutkunmaya çalıştım ama ağzım öylesine kuruydu ki tıkanıp kaldım ve bir öksürükle sarsıldım.

"Deniz! Allah'ım şükürler olsun!" deyip üzerime atılan kolları başımı yavaşça kaldırıp beni doğrulttu. Elindeki su bardağını usulca dudaklarıma tutup içmeme yardım etti. Rahatladığımda başımı çevirip yüzüne baktım. Çok... dağılmış görünüyordu. Saçları birbirine geçmiş, gözleri kıpkırmızı, çenesi gergin ama kaşları bir rahatlamayla hafiflemişti. Yine de kaşlarını çatışının izi tam burnunun üzerinde kendini belli ediyordu.

Deniz'de YunusWhere stories live. Discover now